28 Şubat Sekiz Yaşında (27 Şubat 2005)

28 ŞUBAT SEKİZ YAŞINDA

(Adaleti Savunanlar Derneğinin"ASDER" Ankara Şubesi Koordinatörlüğünde düzenlenen ve 27 şubat 2005 günü 1300:1500 saatleri arasında, Sağlık İş Sendikası Toplantı Salonunda icra edilen ?28 ŞUBAT: BİR İMTİHAN SÜRECİNİN BİREY VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ? konulu panelde tarafımdan yapılan sunuş konuşmasının metni ziyaretçilerimin değerlendirmelerine imkân vermek için siteye yerleştirilmiştir.)

28 Şubat 1997; Kamuya hizmet veren, Kamudan hizmet alan ve tüm Türk toplumunda, inandığı gibi İslâm dinini yaşamak isteyen insanlarımıza ağır bir baskının uygulandığı ve halen de devam eden bir dönemin başlangıcı olarak tarihte yerini alacaktır.

Yarın bu dönem 8 inci yılını dolduracak.

Bu Vesile ile bizleri bir araya toplayan ASDER?in Ankara Şubesi mensuplarına ve konuşmacı bilim adamlarımıza şükranlarımı arz ediyorum. Bu tatil gününde istirahatını bırakarak, Ankara?nın içinden ve dışından ( İstanbul?dan, Bursa?dan, Kütahya?dan, Kayseri?den ve ülkemizin diğer başka şehirlerimizden ) Paneli teşrif eden, siz değerli konuklara ve değerli basın mensuplarımıza da teşekkür ediyorum.

Panele verilen isim ?28 ŞUBAT: BİR İMTİHAN SÜRECİNİN BİREY VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ?

Derinliği olan ve düşünceye sevk eden bir tabir. Başımıza gelenler kendi ellerimizle kazandıklarımızdır. Yapandan ziyade YAPTIRAN?a bakmamız ve kendimize dönerek nerede hata yaptığımızı araştırmamız gerektiğini düşündüren bir isimlendirme. Bu dönemi bir imtihan süreci olarak düşünmek, gerçekten fevkalade önemli bir kavrayış alametidir.

28 ŞUBAT SÜRECİ DÜNYADAN BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜLEMEZ:

Bu süreç; Dünyada Müslüman Milletlerin hedef alındığı ve batının kontrolü dışında hareket eden Müslüman Devletlerin yok edilmesi Mücadelesinin başlatıldığı, Büyük çatışmanın bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Nitekim, Varşova paktı dağıldıktan sonra; yanılmıyorsam 1993 tarihinde, bizim o zamanki Genelkurmay Başkanımızın da hazır bulunduğu bir NATO toplantısında, o zamanki NATO Gen. Sek. Willy Claise NATO'nun yeni düşmanı, İslâm dünyasıdır..' diyerek, batının en önemli askeri ittifakının hedefinin Milletimizin de dahil olduğu İslâm alemi olduğunu belirtmişti.

Ne toplantıya katılan temsilcilerimizden, ne dış işleri ve devlet yöneticilerimizden ne de Milletimizden, bu düşmanca tutuma karşı bir tepki vermemiştik. Daha doğrusu anlamını kavrayamamıştık.

Nasıl ki; 11 Eylül 2001 tarihinde Nevyork?taki Dünya ticaret Merkezine yapılan sabotajın bir provokasyon olduğunu, İslâm Dünyası ile başlatılacak bir askerî hesaplaşmanın başlangıcı olacağını anlayamamışsak,

Nasıl ki; Afganistan?ın ve Irak?ın işgalinin ne anlama geldiğini İşgalden önce tam kavrayamamışsak. İşgalden sonra da, bu zulme sessiz kaldığımız takdirde belanın bize bulaşmayacağı yanlış kanısına saplanmışsak.

Nasıl ki, Filistin , Afganistan ve Irak?taki direnişçilerin kendi topraklarında verdikleri mücadelenin, başta İran,Irak ve Türkiye olmak üzere Diğer Müslüman ülkelerin de savunulması anlamına geldiğini idrak edemeyip, zulme karşı direnerek kutsal görev yapanları terörist gibi gösterme gayreti içinde olanlar ile birlikte hareket etmeyi marifet sayıyorsak.

O zaman da NATO? nun hedefi olmanın ne anlama geldiğini anlayamamıştık.

Bu nedenle 28 Şubat sürecini 1997?den değil de 1994? lerden başlatmak gerektiği kanaatindeyim.

Çünkü inanca baskı döneminin fiilî ilk adımları 1994 yılından itibaren TSK içinde atılmaya başlamıştı. Havuza atılan bir taşın meydana getirdiği dalgalar gibi, bu sürecin etkisi de TSK içinden başlayarak, Siyasi Partilere, Siyasi Kadrolara, Cemaatlere, Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Bürokrasinin her kademesine, Üniversitelere, İlahiyat Fakültelerine, İmam Hatip Liselerine, Meslek Liselerine, Kur?an Kurslarına, Sivil toplum Kuruluşlarına ve Toplumun tüm kademelerine yayılmıştır.

TSK?nde inançlarını yaşayan Sb. ve Astsb.?lar, disiplinsizlik maskesiyle tasfiye edilirken, sessiz kalanlar, yasaklar kendilerine ulaşınca ancak gerçeği kavrayabildi.

O HALDE BU SÜREÇ VE BAŞIMIZA GELEN OLAYLAR, BİZİM KENDİMİZE DÖNÜP BAKMAMIZ GEREKTİĞİNİ, BİR ÖZ ELEŞTİRİ YAPARAK, NEREDE HATA YAPTIĞIMIZI SORGULAMAMIZ GEREKTİĞİNİ, BİZE ANLATABİLİYORSA VE ÜZERİMİZE DÜŞENLERİ YAPMAYA SEVK EDİYORSA İMTİHANDAN BAŞARI İLE ÇIKTIĞIMIZI KABUL EDEBİLİRİZ.

TSK İRTİCA İLE MÜCADELE YETKİSİNİ NEREDEN ALIYOR?

Diğer Taraftan:

Türkiye?deki bu süreci (28 Şubat) Uluslararası ilişkilerden bağımsız düşünmemiz mümkün değildir.

Ancak Ülkemizdeki gelişmelerin sebebini de, uygun çareler üretebilmek için, doğru teşhis etmek gerekmektedir.

28 Şubat Sürecinin, yani İRTİCA İLE MÜCADELE sürecinin, yani İslâm inancını yaşamına uygulayanların Devletten tasfiyesi ve baskı altına alınma sürecinin uygulanmasında KOÇ BAŞI görevi TSK? ya verilmiştir. Peki TSK, milletin verdiği silah gücünün dışında bu yetkiyi nereden almıştır?

-Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin ,Türkiye?ye yönelik Tehditler Maddesinden almıştır.

Bu Maddede bir numaralı tehdit nedir?

-İRTİCADIR.

Bu belgenin bu maddesini hazırlamaktan kim sorumludur? -BAKANLAR KURULU sorumludur.

Değiştirme yetkisi kime aittir?

-BAKANLAR KURULUNA aittir.

Devletin bütün birimlerinin (TSK dahil) güvenlik planlarının dayanak noktası Milli Güvenlik Siyaset Belgesindeki Tehdit ve diğer değerlendirmelerdir.

Bu belgedeki Tehdidin niteliği değiştirilmeden Türk Silahlı Kuvvetlerini ve diğer Kamu Kurumlarını İRTİCA İLE MÜCADELEDEN kimse alıkoyamaz.

GÜVENLİK PLANLAMALARININ SAFHALARI:

Pekala, saf, samimî ve inancını yaşamaktan başka gayesi olmayan dindar Müslümanları, mürteci olarak isimlendirip Devlete tehditmiş gibi gösterme ve bunları tasfiye edecek tehdit değerlendirmesi dayanağını nereden buluyor?

Şimdi biraz daha dikkatli olalım :

Milli Savunma (Güvenlik) planlamasının:

ilk adımı: ?MİLLİ HEDEFLERİN? tespitidir (Milletin Refah ve Geleceğini teminat altına alan Milli Menfaatleri temin edecek hedeflerdir)

İkinci adımı: Milli hedeflerin elde edilmesini sağlayacak ?MİLLİ SİYASET/MİLLİ STRATEJİLERİN? tespit edilmesidir.

Üçüncü adımı: ?MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGELERİNİN? , tabii ki bu arada iç ve dış tehdit unsurlarının belirlenmesidir.

Dördüncü adımı: Hükümet Tarafından bütün icra unsurlarına ?HÜKÜMET TOPYEKÜN SAVUNMA DİREKTİFİNİN? (emrinin) verilmesidir.

Beşinci ve Müteakip adımları da: TSK ve Bakanlıklar ile Devletin diğer kurum ve kuruluşlarının ve alt kademelerinin TEHDİDİN önlenmesi ve refahın sağlanması için ?KENDİ PLANLARINI? hazırlama ve bunlara uygun güç geliştirme faaliyetlerini içerir.

Yani, Milli Güvenlik Siyaset Belgesini hazırlayanlar, tehdidi belirlerken, Milli hedefi ve bunun elde edilmesine imkan veren Milli Stratejileri göz önünde bulundurmak mecburiyetindedirler.

İSLÂMÎ İNANCINI YAŞAMAK İSTEYENLER NEDEN MÜRTECİ OLARAK GÖSTERİLİYOR?

Tüm Milletin Benimsediği en tepedeki milli hedefimizi hatırlayalım. ?ÇAĞDAŞ MEDENİYET SEVİYESİNE ULAŞMAK?

Acaba bu hedef ne anlama geliyor. Biraz düşünelim. Bu kabulle şunu demek istemiyor muyuz?

? Bizim tabi olduğumuz medeniyet ve bu medeniyetin kaynağı olan İslâm Dini, milletimizin asırlar boyu oluşturduğu kültür ve bu güne yansıyan hayat tarzı çağdaş değildir!.

Ama zengin olan, bilimde, teknolojide, sanatta, ekonomide, siyasette ve askeri alanda ileri olan milletlerin kültürleri ve tabi oldukları Medeniyetler, yaşayışları, hayat tarzları ve inanışları daha çağdaştır!.

O halde biz de tabi olduğumuz hayat tarzımızı, kültür, medeniyet ve dinimizi terk edip, Çağdaş olan Milletlerinkini benimsersek, GÜVENLİĞİMİZİ de sağlarız REFAH DÜZEYİMİZİ de arttırırız!.?

Demek değil mi dir bunun anlamı?

İşte bunu kabul edersek, İslâm inancını hayat tarzı olarak seçenler, devletin yöneticileri tarafından, DEVLETE KARŞI BİR NUMARALI TEHDİT OLARAK görülürler.

Hayatını tanzim ederken ölüm ötesini hesaba katmayan fertler hüsrana uğrarlar, İlâhi hükümlere zıt düsturları rehber edinen toplumlar tarih sahnesinden silinirler.

Tarafsız bilim adamlarımız, Milli Hedeflerimizi, Milli Politikalarımızı, Uluslar arası ittifaklarımızı, Milletimize ve Devletimize Tehdit teşkil eden unsurları yeniden değerlendirmelidir.

Biz de sadece uygulayıcıları hedef alırsak sağlıklı sonuçlara varamayız. Önce kendimizi, inançlarımızı, hayatımızdaki ana hedef ve gayelerimizi sorgulamamız ve yerli yerine oturtmamız gerekir. Sonra bu öz eleştiriyi Milletçe yapmalıyız. Daha sonra sorumluluk TBMM?nin ve Hükümetindir. Biz fert fert kendimizi düzeltirsek, Milletin güvenini almış CESUR bir Meclis ve CESUR bir kabine, Allah?ın izniyle taşları yerli yerine oturtarak, sıkıntıların ilacı olacaktır. 27 Şubat 2005

A.Tanrıverdi (E.Tuğg.)

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn