Uncategorised
Türkiye'nin Milli İradesi Küresel Güçlerin Saltanatını Sarstı(27 Kasım 2016)
TÜRKİYE'NİN MİLLİ İRADESİ
KÜRESEL GÜÇLERİN SALTANATINI SARSTI
(27 KASIM 2016)
Bu gün Emperyalist Küresel Güçler, Müslüman Devletlerin bünyesindeki etnik ve mezhepsel farklılıkları, kendi içlerindeki hainleri de kullanarak, tahrik ve örgütleyerek, eğitip, donatıp silahlandırıp birbirleri ile çarpıştırarak İslâm Dünyasına kirli ve sinsi "ASİMETRİK ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞINI" yaşatmaktadırlar.
Vietnam, Afganistan ve Irak işgalinden sonra fiili güç kullanarak işgal yeteneğini kaybetmiş olsa da Tek Kutuplu Dünya'da Küresel Güçlerin başını çeken ABD, dünya hakimiyet savaşını kontrolündeki örgütler vasıtasıyla sürdürmekte ve Ortadoğu'da gerçek oyun kurucu konumunu muhafaza etmektedir.
ABD Suriye ve Irak'ta istediği çözümü Türkiye'ye kabul ettirmek için Türkiye ile savaş halindedir dersek yanlış olmaz.
Savaşların nihai hedefi, hasma iradenin kabul ettirilmesidir.
Hasma iradeyi kabul ettiremeyen taraf savaşı kazanamamış demektir.
Çözüm sürecinin bitirilmesine sebep olan ABD'nin Kasım 2016 tarihinden itibaren Türkiye'ye karşı başlattığı sinsi taarruzlar dikkate alındığında bir yıllık karnesi kendisi için iç açıcı değildir.
$1· 07 Haziran 2015 seçimlerinden sonra güneydoğu il ve ilçelerimizin bir kısmında başlattıkları özyönetim safsatası ve hendek siyaseti, kontrollerindeki bu örgütlerin altı ay içinde tamamen imha edilmesi ve mağlubiyetle sonuçlanmıştır.
$1· CIA'nin 40 yıldır emek verdiği, yeraltı örgütlenmesi modeli ile Orduya, yargıya ve bürokrasideki önemli kurumlara tarihin gördüğü en sinsi yöntemlerle yerleştirdiği FETÖ örgütünün, 15 Temmuz 2016 gecesi yaptığı darbe girişimi 6 saat içinde bertaraf edilmiştir. FETÖ Örgütü ve onu yöneten küresel güç mağlup olduğu gibi, Türkiye'deki artıklarının ve diğer İslâm Ülkelerindeki yapılarının da temizlenmesi safhasına girilmiştir.
$1· DEAŞ'ı çekerek Cerablus'u ve daha sonra Rakka'yı PYD'ye teslim etme projesi, Türkiye'nin başlattığı askeri harekat ile hüsrana uğramıştır.
$1· Musul'u Haşdi Şabi'ye teslim gayreti ve projeleri, Türkiye'nin Beşika'daki varlığını takviye kararı ile engellenmiş ve üçe böldükleri Irak'taki planları suya düşürülmüştür.
15 Temmuz 2016 ABD güdümündeki FETÖ'nün başlattığı darbe girişimine karşı Cumhurbaşkanımızın liderliğindeki Türk Milletinin şanlı direnişi, Ortadoğu'daki Obama siyasetini devam ettireceğini ilan eden Hillary Clinton'un, kazanacağı garanti görülen Başkanlık seçimini kaybettirerek ABD Başkanlık koltuğunu sarsan ve koltuğun sahibini belirleyen bir etki oluşturdu.
Türkiye 15 Temmuzda zirveye ulaşan milli iradesi ile ABD'nin FETÖ, PKK, DEAŞ ve PYD vasıtasıyla Türkiye-Suriye ve Irak'ta başlattığı bütün girişimleri boşa çıkararak bir nevi bu coğrafyada ABD'yi askeri mağlubiyete uğratmıştır diyebiliriz. Bu mağlubiyet, Clinton'u sandığa gömerken, Trumph’ı ABD başkanı yapmıştır.
Cumhurbaşkanımız liderliğinde Türk Milleti'nin 15 Temmuzdaki şanlı direnişinin ABD başta olmak üzere batılı küresel güçlerin İKTİDAR KOLTUKLARINI SALLADIĞINI söyleyebiliriz.
ABD Kamuoyu ABD'nin Ortadoğu'daki MAĞLUBİYETİNİ anlamış, ancak Türk Milleti henüz GALİBİYETİNİN farkına varamamıştır.
Son on yıldır Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin her geçen gün daha fazla ayakları üzerinde durması, Savunma Sanayi’nde kendi kendine yeterlilik oranının artırması, İslam Birliği yolunda öncü rol üstlenmesi, bölgenin kontrolünü küresel güçlere bırakmayacağını yedi düvele ispatlaması sadece ABD'yi değil AB üyelerini de çıldırtmış, Parlamentosunda Türkiye ile ilişkilerin dondurulması kararı almasına sebep olmuştur. ,
Trumph Dönemindeki ABD'nin ve Kontrolündeki batılı güçlerin önünde iki yol vardır.
Birincisi; Türkiye ve Ortadoğu'da Terör Örgütleri ile birlikte hareket ederek bu coğrafyayı kana bulmaya devam edebilirler.
İkincisi: Terör örgütleri ile ilişkisini keser, FETÖ liderini Türkiye'ye teslim eder ve Ortadoğu'ya ve İslâm Coğrafyasına barış ve huzurun gelmesi için Türkiye ile işbirliği yapma yolunu seçmeleridir.
Birincisini tercih ederlerse mağlubiyetlerinin arkası kesilmez ve başlamış olan gerileme döneminin çöküşe gitmesine sebep olurlar.
İkinci seçeneği tercih ederlerse dünyaya barış ve huzurun geri gelmesine katkı sağlayarak kendi varlıklarının devam etmesini sağlarlar.
Her iki durumda da Türkiye hakkın ve küresel adaletin tecellisi için mücadelesinden vaz geçmeyecektir.
Adnan Tanrıverdi
Em. Tuğgeneral
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.
ASSAM-ASDER Ortak Basın Açıklaması (18 Şubat 2016)
ASSAM-ASDER ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
HAİN SALDIRIYI LANETLİYORUZ
17 Şubat 2016 Çarşamba günü saat 18:31'de Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan servis araçlarına, İnönü Bulvarı üzerinde bulunan kavşaktaki trafik ışıklarında bekledikleri esnada PYD mensubu bir terörist tarafından patlayıcı yüklü araçla düzenlenen saldırıda 28 kişi şehit olmuş ve 61 kişi yaralanmıştır.
Bu gün saat 09:40 sıralarında da Diyarbakır-Bingöl karayolunun Lice Mermer bucağı mevkiinde askeri bir konvoyun geçişi sırasında, karayolunda meydana gelen patlama sonucunda 6 askerimiz şehit olmuş, bir askerimiz yaralanmıştır.
Şehit olan subay, astsubay, erbaş ve erlerimiz ile sivil kardeşlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve Silahlı Kuvvetlerimize baş sağlığı ve sabır, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.
Ülkemizde olduğu gibi mensuplarımız üzerinde de derin teessüre sebep olan sinsi ve hain saldırıları lanetliyor sebep olanların cezalandırılmasını bekliyoruz.
Canı pahasına görevini yapmaya kendini adamış ve bu yolda Şehit olmuş veya yaralanmış askerlerimiz, bu durumları ile sanki bize merhum şairimiz Mithat Cemal Kutay'ın aşağıdaki dizeleri ile sesleniyorlar:
.."Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir,
Tarihi kendin yazabildinse, eserindir.
Bahsetme bu gün sade dünün mucizesinden,
İnsan utanır sonra yarın kendi sesinden,
Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse,
Sen asrın üstünde izin varsa benimse;
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır! "
Uluslarası güçlerin kontrolünde yapılan benzeri hain ve sinsi saldırıların, Ülkemizin güvenliği, birliği, refahı ve bekasının temini için kararlılığımızdan vazgeçiremeyeceğini, maddi ve manevi bedel ödemekten geri bırakmayacağını bütün dünyaya ilan etmek istiyoruz.
"Askeri Servis Araçları Saldırısı" YPG ve PYD 'nin; ideoloji, teşkilat ve hedefleri bakımından, aynı kefede bulunduğu PKK gibi, eylem ve terör uygulaması bakımından da, Suriye'de üslenmiş dış destekli bir terör örgütü olduğu hususundaki inancımızı dünyaya yeniden ilan etmemizi zorunlu kılmıştır.
PYD mensubu bir katil tarafından yapılan eylemin arkasında bu örgütü terörist saymayan ABD, Rusya, İran ve Beşer Esed'in bulunduğunu, Suriye ve Irak'taki kanlı emellerinin kabul edilmesine, Ülkemizi zorlama amacına dönük olduğunu biliyoruz.
Suriye'nin mazlum halkı, ülkemizin huzur ve bütünlüğü için kararlılığımızı göstermemizi, dış destekli bir dış tehdit olarak gördüğümüz YPG ve PYD varlığına karşı uluslararası hukukun tanıdığı meşru müdafaa hakkımızı etkili bir şekilde kullanmamızı bekliyor, Başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve Genelkurmay Başkanımız olmak üzere Devletimizin Yönetiminin cesur uygulamalarını ve ortak meselelerde İslâm Dünyası ile müşterek girişimlerini destekliyoruz. 18 Şubat 2016
Adnan Tanrıverdi
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
Dostlarıma Seçim Deklarasyonu (18 Ekim 2015)
DOSTLARIMA SEÇİM DEKLARASYONU
Kendimize yakın gördüğümüz bazı arkadaş ve dostlarımızın, Ülkemizde istikrarın, huzurun, refahın, güvenliğin ve bekanın alternatifsiz sağlayıcısı olan bir siyasi partimize, muhalif söylemleri, seçime atmosferine girdiğimiz bir ortamda dillendirmelerini anlamak mümkün değildir.
Her söylediğimiz doğru olacak ama doğruları, yer, zaman ve pozisyon dikkate alınarak söyleyip söylememe meselesinin, feraset ve hakkaniyet meselesi olduğunu bilmek gerekir.
Çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Ülkemizin yaşadığı durum olağan üstü bir durumdur. Hatta çok olağanüstü bir durumdur.
v Türkiye 10 Mart 2015 tarihinden itibaren, 8 aydır SEÇİM SATH-I MAİLİNDE yönetiliyor. 2014'de yapılan mahalli seçimlerle Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de hesaba katar isek, bu kadar uzun süre seçim havasında olan bir ülkeyi bütün dengeleri kollayarak yönetmek kolay değildir.
v Siyasi irade; devletin içinde, yargı ve yürütme bünyesinde yuvalanmış, siyasi irade ile mücadele halinde olan üç ayrı paralel yapılanma ile ( Ergenekon, malum cemaat ve bölücü terör örgütü) mücadele ederek devleti yönetmeye çalışıyor.
v Siyasi İrade; kökü dışarıda ve 30 senelik geçmişi olan bir silahlı terör örgütünün asimetrik saldırılarına karşı, içeride bir iç savaş ve dış unsurlarına karşı da savaş durumunu yönetmek durumunda bulunmaktadır.
v Küresel güçler, tam bir iç savaşın hüküm sürdüğü güneyimizdeki iki ayrı ülkede (Irak ve Suriye) sınırları yeniden çizecek şekilde, bütün imkanları ile bulunmaktadırlar.
v Küresel güçler, güney komşularımızı düşürdükleri duruma ülkemizi de düşürmek için ellerindeki tüm imkanları devreye sokmakta ve siyasi, ekonomik, sosyal, biyografik ve askeri dengeleri bozmak için gayret göstermektedirler.
v Küresel Güçler; tarafları İslâm Coğrafyasındaki İslâmi Mezhepler ve etnik unsurlar olan İslâm Dünyasına, ilan edilmemiş, sınırları çizilmemiş, asimetrik (gayri nizami) savaş yaşatmaktadırlar. Türkiye'de bu savaşın alanı olmaya çalışılmaktadır.
Coğrafyamızın özelliği nedeni ile içinde bulunduğumuz bu duruma dayanabilecek ülke ve yönetim kadrosu çok az bulunur.
Bu durumda Türkiye'nin ilk ihtiyacı; tek parti hükümeti çıkaracak bir seçim sonucuna ulaşarak siyasi istikrarı sağlamaktır.
Yakın tarihimizi unutmayalım. 1970-1980 arası 10 yıllık dönemde 12 hükümet kuruldu. Bu zayıf, kısa ömürlü koalisyon hükümetlerinin sebep olduğu istikrarsız dönemin arakasından 12 Eylül Darbesi geldi. 1991-1997 arası 6 yıllık sürede de 7 hükümet görev yaptı. Bunun arkasından da 28 Şubat Post Modern Darbesini yaşadık. Ama Türkiye bu gün ulaştığı imkânların büyük çoğunluğunu Çok Partili dönemde; 1950-1960, 1965-1971, 1983-1991 ve 2002-2015 yıllarında tek partilerin kurduğu hükümetlerin sağladığı istikrarlı dönemlerde ulaşmıştır.
Bize düşen, değerlerimizi savunan ve tek başına iktidar olabilecek siyasi oluşumun arkasında kilitlenmek olmalıdır.
Davranışımız; duygularımızla veya kısıtlı haber kaynaklarımızla yanlış gibi gördüğümüz uygulamaları öne çıkararak ve doğruyu söylüyorum- yanlış yapmamaları için uyarıyorum gibi masum söylemlerle, istikrarı sağlayacak tek oluşum olan Partiyi tenkit etmek olmamalıdır.
Muhalifler bunu zaten alabildiğine yapmaktadır. Onların iddialarına haklılık payı vererek, doğrucu davranmaya çalışmak, muhaliflerin ekmeğine yağ sürmek ve siyasi istikrarın aleyhine çalışmak demektir.
Dost acı söyler lafı doğru değildir. Dost tatlı söyler, yaptığı tenkit olsa bile tatlı yapar. Birebir, uygun ortamda, uygun zamanda dostluğunu ispatlayarak söylerse bu o zaman dost sözü olur. Ulu orta, genel ortamda, sırtından hançer vurur gibi söz ve hareket dosta yakışmaz. Düşmana yakışır.
Bu durumda, siyasî iradenin uygulamalarını savunamıyorsak susmak en doğru hareket tarzıdır.
Değerli dostlarım;
En az 01 Kasım 2015 Genel Seçimlerine ve hatta yeni hükümet kuruluncaya kadar, yapabiliyor isek bu iktidarın ülkemize kazandırdıklarından bahsedelim. Müspet meseleleri paylaşalım. Zihinlerde tereddüt oluşturmadan değerlendirmeleri paylaşalım. Haktan görünüp de intikam peşinde olanların veya önünü-arkasını düşünmeden yapılan yorumları paylaşmayalım.
Özellikle seçime 15 gün kala bir iktidar döneminin kendimize göre yanlışlarını ortaya koymanın faydası değil zararı var.
Yapılan çok güzel şeyler var. Son dönemde de, bu ateş çemberinin içinde ülkeyi bundan daha iyi idare edecek bir alternatif var mı ki, gelinen durumdaki olumsuzlukları dilimize dolayalım?
İktidar namzedi olarak gördüğümüz siyasi partilerin seçim beyannamelerini inceleyelim. Titizlikle inceleyelim ve mukayese edelim. İktidarları dönemlerindeki uygulamalarını, kazandırdıklarını, kaybettirdiklerini listeleyelim hafızamıza yerleştirelim. Kadrolarının ve liderlerinin nitelikleri ve değerlerimizle örtüşmesi, yaptıkları ve yapacakları bakımından da tarafımızı doğru belirlediğimizden mutmain olalım.
Hiç olmazsa son iki haftada yapılan güzel şeylerden bahsedelim. Avrupa'yı, Balkanları, Ortadoğu'yu, Asya ülkelerini, Türk Cumhuriyetlerini gezenler, Türkiye'nin 10 sene, 20 sene önceki, her alandaki durumunu bilenler, günümüz Türkiye'sinin imkanlarından bahsetsin.
Şu süreçte birbirimize, çevremize, yakın bulduklarımıza ve kafası karışık olanlara bunlardan bahsedelim.
Hazreti Ali'ye (Radıyallahu anh) gerçek dostu nasıl tanıyalım diye sormuşlar. "O"da "düşmanlarınızın oklarının hedefine bakın" demiş.
Dinimize, Ümmetimize, Milletimize ve Devletimize düşman olanların hedeflerine koyup sabah-akşam tenkit ettikleri kişiler bizim gerçek dostumuzdur.
Huzur istiyorsak!
İstikrar İstiyorsak!
Gelişme istiyorsak,
Güçlü olmak istiyorsak
İslâm Alemine önderlik yapmak istiyorsak!
...................!
İstikametimizi belirleyelim.
Yapılan güzel şeyleri dillendirelim kendimize ve çevremize moral verelim.
Vesselam!
Adnan Tanrıverdi
ASSAM, YUSDER ve
SADAT Yönetim Krl.
ASDER Onursal Bşk.
Fetullah Gülen ve Gülenizm (20 Ekim 2015)
FETHULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM
(20 Ekim 2015)
Bir tarafta, Kökü devletin organlarında, saçakları milletin içinde, "BAŞI" dünya hakimiyeti için amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olan bir dini cemaat(!). Cemaatin dışarıdaki başının halifeleri, içerideki gövdenin ise ağabeyleri olan sorumlular da sıkışınca soluğu Türkiye dışında alıyorlar.
Diğer tarafta, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğundan bu yana, 21 yıldır girdiği her seçimi bir öncekine nazaran daha yüksek oy alarak kazanarak ve seçilerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerine getirilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve onun bir yıl önce teslim ettiği ve önümüzdeki seçimlerin iktidara en yakın olan Partisi var.
Cemaat var gücü ile var gücü ile Cumhurbaşkanını ve onun kurup büyüttüğü partiyi iktidara yaklaştırmamak için gayret sarf ediyor.
Emekli olduğum 1996 yılından 1999 yılına kadar bu cemaat, en üst seviyeden benimle de irtibat kurdu. Yurt içi yurt dışı gezilerine, mütevelli toplantılarına davet edildim. Götürüldüm. Yüksel tahsil seviyesindeki gençlerimizin dindar olması için uğraştığını değerlendirdiğim bu cemaate, katıldığım etkinliklerde konuşmalar yaparak destek verdim. 28 Şubat kararlarını kendine bağlı özel okullarda tavizsiz uygulamaları nedeni ile ilişkimi gevşettim. 1999 yılında Hac farizamı yerine getirdikten sonra sakal bıraktım. Muhtemelen bu sebepten, 1999 tarihinden sonra, benimle cemaat de irtibatını kesti.
Bir dini cemaatin devletin içinde örgütlenmesi, siyasetle uğraşması ve millet tarafından seçilmiş iktidarı yıkmak için bütün gücü ile bir nevi savaşması akıl alacak bir davranış değildir.
Ancak aklı başında olan insanların ret edemeyeceği bir gerçek var ki o da; Dünyanın 150'ye yakın ülkesinde eğitim kurumu ve benzer şekillerde örgütlenerek, bu ülkelerin süper zeki çocuklarını kontrolüne alan bir cemaatin lideri, dünya hakimiyeti davasında amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olacak da, bu süper güç bu lideri ve cemaatini kendi menfaatleri için kullanmayacak ve bu lider de bu süper güce hizmet ettirildiğini anlamayacak, bu mümkün değildir.
Ülkemiz için hayat memat meselesi olan 01 Kasım 2015 Milletvekili genel seçimler öncesinde büyük mücadele tekrar alevlendi. Biz de ülkemizin selameti için istikrarı sağlayacak bir seçim sonucu için kendimizi sorumlu hissettiğimizden düşüncelerimizi yakın arkadaşlarımızla paylaştık.
Kemal Gökdoğan, birikimli yorumları ile hep istifade ettiğimiz emekli bir asker arkadaşımızdır. Bize Fetullah Gülen ve Cemaati hakkında 18 Ekim 2015 tarihinde gönderdiği bir mail ile hatıralarını paylaştı. Bu şahıs hakkındaki kafamızda mevcut olan bir çok soruyu aydınlattı. Ertesi gün bir, bu gün de üçüncü mailini adım, Değerli Dostum Kemal Gökdoğan Bey'in.
Bize üç bölüm halinde ulaşan tespit ve değerlendirmelerin dar bir çevrede kalmasına gönlüm razı olmadı ve değerli kardeşimizin bu yazısını değerli takipçilerimiz ve kamuoyu ile paylaşmak için aşağıda aynan sunuyorum.
Hayırlara vesile olmasını dilerim. 20 Ekim 2015
Adnan Tanrıverdi
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
*********************************************************************************************************************************
"FETULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM HAKKINDA BİR TAHLİL
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE'NİN TAPUSU
2006-2007'de Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN ve Fetullah GÜLEN arasında yollar zımnen ayrıldı. Fetullah GÜLEN ülkeyi el altından yönetmek için Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN'dan neredeyse Türkiye'nin tapusunu istedi. Bu istek karşısında ERDOĞAN gerekli uyarıyı yaptı ve nihayetinde "öküz öldü ortaklık bozuldu". Ancak her iki taraf da bir müddet bunu dışa vurmadı. Koku Ergenekon-Balyoz sürecinde yavaş yavaş çıkmaya başladı. Ve 17-25 Aralık olaylarında yollar resmen ayrıldı.
Bu sürecin ayrıntısına girmeyeceğim. Şimdi yeri ve zamanı değil. Şimdilik bir arkadaşın mesajına bazı notlar düşeceğim.
KAZANI YAVAŞ YAVAŞ KAYNATMAK TAKTİĞİ
2006-2007'ye kadar (hatta daha da evveli var şimdilik oraya girmeyelim) ERDOĞAN'ı, AKP'yi ve iktidarın icraatlarını sorgusuz sualsiz arşı âlâya çıkaran Fetullah GÜLEN camiası 17-25 Aralık olaylarından bir yıl kadar önce eleştiriye başladı. Kulaktan kulağa dedikodu yayma yöntemi kullanıldı… “Erdoğan iyidir de etrafı kötüdür de, yolsuzluklar var da falan filan” dedikodularla zemin hazırlandı bana da cemaatten hiç tanımadığım şakirtler yanlarına tanıdığım bir kaç kişiyi alarak geldiler yapay samimiyetle bu tür şeyleri (sizin şimdi anlattıklarınızın benzerlerini) anlattılar... ben de safım ya yuttum tabi, (öyle zannettiler) ve 17-25Aralık olaylarından sonra aynı cemaat lideri ve takımı aynı ERDOĞAN'ı aynı AKP'yi aynı kişileri ve aynı iktidarı firavun, nemrut vb... ilan ettiler.
SAMİMİYETİN BİTTİĞİ NOKTA
Bu tablo karşısında Fetullah GÜLEN camiasından birisi samimi bir kalple de olsa, yapıcı, yol gösterici de olsa bu vakitten sonra onun eleştirisinin benim yanımda hiç bir değeri yoktur. Anti parantez ben ERDOĞAN'ın ve AKP'nin eleştirilemez kutsal olmadığını defalarca vurguladım. Türkiye nasıl ki Fetullah GÜLEN'in tapulu malı değilse Türkiye ERDOĞAN'ın ve AKP'nin de tapulu malı değildir. Ancak... eleştiride ERDOĞAN ve AKP gitsin ülke batsa da olur noktasına gelmiş olan camianın hırsının, kininin, intikamının kokusunu aldığım anda hafakanlarım basıyor.
Bu meseleyi burada tekrar tekrar gündeme taşımanın bu nedenle benim için hiç bir anlamı yoktur. Fakat siz yine de anlatın belki anlamlı bulanlar olabilir.
NOT:
Seçim öncesinde Paralel Yapı meselesini kaşımamak arzu ediliyor ancak bence bir şeyler bilenin tam konuşma vakti bu zamandır diye düşünüyorum. Çünkü ülkenin koalisyon belasına maruz kalması ve HDP'nin daha fazla güçlenerek siyasi istikrarın iyice bozulması için elinden geleni yapan Paralel Yapı tüm güçleriyle her cepheden iktidara saldırırken SUSMAYI HAZMEDEMİYORUM.
Değerli büyüklerimden ve değerli kardeşlerimden özür dileyerek eteğimdeki taşların bir kısmını dökeceğim.
Uzun bir yazı olacak. Okuyana da okumayana da en baştan saygılarımı sunuyorum.
CEMAATİN HİZMET BOYUTU
Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülke için YETİŞMİŞ DEĞERLER olarak kabul edebilir miyiz?
Evet, KISMEN.
Cemaatin tabanı baştan sona samimi insanlardan müteşekkildir. Ben 53 yaşındayım ve bu insanlarla neredeyse 35 yıldan fazla zamandan beri mesafeli düzeyde de olsa hasbihalimiz vardır.
CEMAATİN TERÖR BOYUTU
Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülkeye yönelik bir TERÖR ÖRGÜTÜ olarak kabul edebilir miyiz?
Evet, KISMEN.
Dindar ve samimi taban hariç geri kalan kripto yönetim tam bir terör örgütüdür.
TABANSIZ TERÖR BOYUTU
Tabanın bir kısmı kullanıldığını 17-25 Aralık gerçeğinde görünce üzerindeki asalakları (hiyerarşik PARALEL yapının gizli yöneticilerini) silkeleyip atmaya başladı.
Zaman içinde tabanın tamamen alttan kayacağı mâlumdur fakat hiyerarşik yapının gizli yöneticileri ve açığa düşmüş deşifre olmuş militan şahsiyetleri ve gizlenme ihtiyacı duymayan “sempati toplayıcı kitle” tabansız bir tavan olarak eylemlerine devam edeceklerdir.
EYLEMLERİ NELERDİR?
Şimdilik Sn. Cumhurbaşkanı’nı, AKP’yi ve cemaat karşıtlarını firavun ve deccal ilân ederek ölümüne mücadeledir. Bu mücadeleyi CHP’ye, MHP’ye, HDP’ye destek vermekle ve PKK’ya yalakalıkla sürdürmektedirler. Bir de sosyal medyada, çok mahir oldukları müstear isimlerle yalan, dolan, iftira, kumpas, yazı, tweet, kaset, resim ve her türlü üçkâğıtla yoğun şekilde yapmaktadırlar.
KAFA KARIŞTIRMA EYLEMİ
Bir zamanlar hasbihal ettiğimiz fakat şimdilerde ayda yılda bir tesadüfen karşılaştığımız şakirtler 17-25 Aralıktan sonraki seçim arefelerinde sahte gülücüklerle ev veya iş ziyaretine geliyorlar. Ağızlarında bir sürü lüzumsuz şeyler geveledikten sonra güyâ üstü kapalı propagandaya başlıyorlar.
Memlekette ahlâksızlık, fuhuş, cinayetler artmış.
Müslümanlar fişleniyormuş.
Basın susturuluyormuş.
Can güvenliği kalmamış.
Yunanistan’da dahi daha çok insaniyet varmış.
Suriyeliler her yeri istila etmiş.
Bizim Suriyeliler kadar değerimiz kalmamış.
Bu gidişin sonu kötüymüş.
Dur demek lazımmış.
Bu muhteremlere;
“Ben de aynı kanaatteyim. Bu nedenle ben de sizin gibi oyların doğuda PKK’nın HDP’sine, sahilde CHP’ye ve İç Anadolu’da MHP’ye verilmesi taraftarıyım. Memlekete bu kadar hainlik eden AKP yeter ki gitsin, memleketi HDP ve Kandil yönetse de olur” deyince beni AKP fanatizmiyle suçlayıp gidiyorlar.
CEMAATİN CEMAZİYEL EVVELİ
AKP ve Cemaatin arası Ergenekon-Balyoz-Islak İmza vb. süreçte birileri tarafından açıldığı iddia ediliyor.
Hayır efendim. Bu iddia, iyi niyetli cemaatçilerin, cemaate sempati duymaya devam edenlerin ve cemaatin cemaziyel evvelini yani kirli ve gizli yüzünü yakînen tanıma fırsatı bulamayanların zanlarıdır.
Bir kaç olay anlatayım da merak edenler okusun...
12 EYLÜL 1980 SÜRECİ
Her cemaate baskı yapılıyor, hakaret ediliyor, İslâmi değerlere saldırılıyor... ve bu arada Fetullah GÜLEN de askeri cunta tarafından fellik fellik aranıyor ama bir türlü bulunamıyor. Şakirtler boş durmuyor bir yandan habire sempatizan topluyor.
PARALEL KERAMET
Üniversite yıllarımda Milliyetçi Ülkücü harekette Yazıcıoğlu rüzgârıyla tasavvufa yönelmişlerdenim. Bu hassasiyetimi iyi bilen görevli bir şakirt bana geldi; “Bir hain Hocaefendi’nin yerini ispiyonlamış. Polisler tutuklamak için baskın yapmışlar fakat gözlerine perde çekilmiş önlerinde duran Hocaefendi’yi görmemişler ve burada yok deyip gitmişler” dedi. Ben yirmili yaşların saflığında olduğumdan neden yalan söyleyeyim ki o zaman bu keramete inandım. Nereden bileyim ki o polislerin tâ o zamanın paralel polisleri olduğunu ve Fetullah’ı gördükleri halde göremedik deyip dönüp gideceklerini.
HALİD BAĞDADÎ’NİN CÜPPESİ
(Mevlânâ Halid-i Bağdadî (1779-1827), Nakşibendi Halidiye yolunun öncüsü ünlü âlim ve mutasavvıftır.)
Her hafta İstanbul Beyazıt Hilâl Apartmandaki Risale-i Nur derslerine misafir öğrenci kategorisinde katılıyorum. Dersler, çay, muhabbet, dostluk nefis. Fırıncı ve Üstad Said Nursi’nin diğer yaşayan talebelerini dinliyoruz.
Yine peşimdeki görevli şakirt, beni başka bir Nurcu grubuna kaptırmamak için hemen bir keramet daha anlatıyor: Halid-i Bağdadi Afyonlu bir hanıma cüppesini ve takkesini hediye etmiş ve bunları saklamasını ve Afyona bir İslâm kahramanı âlim gelince emaneti ona teslim etmesini söylemiş. Ve o âlim Afyona gelmiş. Kadın emaneti teslim etmiş. Hiç bir hediye kabul etmeyen Bediüzzaman (Said Nursî 1878-1960), cüppeyi ve hırkayı almış. Sonra Bediüzzaman da bunları birisine vermiş ve kendisinin hakiki talebesine ulaştırmasını söylemiş. Bir gün Hocaefendi’ye o emanet gelmiş ve hemen giymiş ve elhamdulillah emanet bu fakire ulaştı demiş. (Hoca Pensilvanya’ya sıvışmadan önce).
Buna da inanmıştım. Çünkü Mevlâna Halid Bağdadi’ye atfedilen Halidiyye Kolu sufilerindendim. Şakirt beni Fetullah’a doğru yönlendiriyordu.
TÜRKİYE EMANETİ
Bir gün bir yerde duydum ki Peygamber Fetullah Hoca’ya görünmüş ve Türkiye’nin sorunlarını halletmek üzere emanet etmiş. (Dileyen bağlantıdan dinlesin). Pek aklıma yatmadı ama yine de inanasım gelmişti. Çünkü daha önceki duyduğum şeyler beynimde haşhaş (eroin) etkisi yapmaya başlamıştı.
https://www.youtube.com/watch?v=-oxBZgVdlQ8
2. ABDULHAMİD’İN HÂFİYELERİ
Şakirtlerle dertleşiyoruz. Öğrencilik yıllarımız. Adrenalin tepemizde tavan yapmış. İslâm ve Müslümanlar basında yayında eğitimde öğretimde askeri vesayete sığınanlar tarafından aşağılanıyor. İslama karşı açıktan saldırı var. Allah’ın dini ile alay ediliyor ve biz ne yapıyoruz? Hiç bir şey. Ne yapabiliriz? Bu tağutlarla nasıl mücadele edebiliriz?
Şakirt başı derdimize derman olacak bir hikâye anlattı:
2. Abdulhamid’in Avrupa saraylarına soktuğu ajanlar şikâyete gelmişler. Padişah Şeyhülislam’ı çağırmış ve derdinizi ona anlatın demiş. Anlatmışlar... Efendim biz istihbarat uğruna gâvur kılığına giriyoruz ve gâvur olduğumuza inandırmak için Avrupalı saray kadınlarıyla yatıp kalkıyoruz, içki kullanıyoruz, dans ediyoruz ve bu sebeble bunalıma giriyoruz. Bu işi bırakmak istiyoruz lâkin hünkârımız müsade etmiyor, devam diyor. Siz ne buyurursunuz? Şeyhülislam sakallarını sıvazladıktan sonra; “evlatlarım Allah indinde sizin girdiğiniz günahlar bizim sevaplarımızdan üstündür, vazifeye devam” diyerek cevaz vermiş.
Hikâyeyi dinledim ve beynimde şüphe çanları çalmaya başladı. Bu hikâye 2. Abdulhamid gibi bir padişaha iftiradan başka bir şey olamazdı ama iyi niyetle uydurulmuş bir hikâye diye önce fazla önemsemedim.
LÂĞIM BORUSUNDAN SÜT İÇİLMEZ
Sonra… Mensubu olduğum Halidiyye sûfiliğinin İslâmi hassasiyetine baktım bir de cemaatin İslâmî hassasiyetine baktım. Cemaatte hizmet, gizlilik, ve devletin kılcal damarlarına sızma uğruna her türlü melânete izin var. Sufilikte ise asla ve kat’a İslâm’a gayrı meşru yoldan hizmet verilemez kuralı işliyor.
Hafiye hikâyesi beynimde yeniden depreşti ve şakirtlerle tartıştık. Bir sufi dostuma meseleyi anlattım. O dostum bu tür konulara bir âlimin şöyle cevap verdiğini söyledi; “Lâğım akan borudan süt içilmez”.
UYANIŞ
Âlimin muazzam cevabıyla yavaş yavaş girmekte olduğum haşhaşın etkisinden kurtuldum elhamdulillah. Fakat yine de cemaate karşı uzaktan sempatim devam etti.
2. HAMLE
Öğrencilik bitti. 1986 yılı sonuna doğru mesleğe başlangıç eğitim ve kurslarındayız. Bir caminin üst katında beş-altı kadar sufi grubuyla hatme-i hâcegân muhabbetindeyiz. O gruptan bir sufi benimle sıkı fıkı olmaya başladı. Önce küçük Risale-i Nur kitapçıklarıyla yaklaştı sonra Fetullah hocadan bahsetmeye başladı. Yabancı olmadığım alanda ben de bu yapay yakınlaşmaya cevaz verdim. Ne de olsa İslâm düşmanlarına karşı müttefiktik.
Öğrencilik yıllarımdaki durumum cemaatin (FİT/Fetullah İstihbarat Teşkilatı) istihbaratı tarafından bu şakirde ulaşmış demek ki... Sufî gruba sufi takiyyesiyle SIZINTI yapmış olan şakirt de beni tekrar kazanmak için 2. hamleyle görevlendirilmişti, bu belliydi.
Fiskoslaştık ve hafta sonu bir ışık evinde buluşmak üzere program yaptık.
DEVE KUŞU
Cuma mesaisi bitince Gebze-Haydarpaşa banliyö trenine ayrı ayrı bindik. Birbirimize yakın durmuyorduk. Pardesümüzün yakalarını kaldırdık ve etrafı dikizledik. Şakirt bu hafiye davranışlarını zevkle yapıyordu bana da hafakanlar basıyordu ama dostluk adına ses çıkarmıyordum.
Buluşma evine beşer dakika ara ile girdik. Evdekilerle selamlaştık. Oturduk. Uyduruktan bir risale dersi yaptık ve ardından tanıştık. Benim arkadaş kendisini başka bir isimle beni de başka bir isimle tanıttı. Oradakiler de kendini tanıttı ama onların da isimleri bizim gibi uydurma olmalıydı. Herkes deve kuşu gibi gizlenmeye çalışıyordu.
Komediye başka bir eve hafiye taktiklerle intikal ederek devam ettik. Hocaefendilerinin ağlamaklı bir kaç kasetini dinledik. Tanışma faslında yine uydur kaydır isimler, yapay muhabbetler falan filan.
Toplantıdan sonra beni getiren şakirtlere bu tür hafiyelik oyunlarını sevmediğimi, o toplantıda MİT ajanları olabileceğini ve bu tür komediyi bırakmalarını söyledim.
AFOROZ
“CEMAATE UZAKTAN SEMPATİZANLIK” makamından bir müddet sonra aforoz edildim. Bir kişi hariç bana bir daha yaklaşmadılar. O kişinin de cemaati kontrol eden devlet ajanı olduğunu tahmin ettiğim için ondan ve bu pis oyunlardan bugüne kadar uzak durdum.
CEVAPSIZ SORULAR
Aforozdan sonraki on yıl zarfında yaşadığım olayları şimdilik es geçiyorum. 1995 yılının dini bayramında bir şehirdeki anımı anlatacağım.
Bir dostun evinde şehrin büyük abilerinden (imamlarından) olan birisiyle karşılaştık. Söz döndü dolaştı cemaat ve tarikat arasındaki farklara geldi. Tarikatları pasiflikle suçladı cemaati aktiflikle öve öve yere göğe sığdıramadı. Benim sigortalar attı.
Yukarıda kısaca yazmaya çalıştığım olayları daha detaylı anlattım. İmam renkten renge giriyordu. Çünkü anlattıklarım cemaatin tabanlarından sakladıkları gizli stratejileriydi. İnkâr ve ret edemedi. Sadece “bazı arkadaşlar hizmette bu tür abartılara kaçabiliyorlar” diyerek savunma yaptı.
Konuyu değiştirmek istedi ama ben inatlaştım ve kendisine sordum:
1-Bu stratejiden Hocaefendinizin haberi var mı?
2-Bu stratejiyi Hocaefendiniz mi planladı yoksa siz mi planladınız?
3-Bu stratejinizi tabanınız biliyor mu?
4-Bu stratejinizin MİT tarafından hem de içinizden takip edildiğini biliyor musunuz?
5-Her cemaate, her partiye takiyyecilerinizi sızdırma planını hocaefendiniz mi emretti siz mi planladınız?
6- Devletin kılcal damarlarına sızarken size de sızıldığını biliyor musunuz? Vs...
Sorularıma nasıl cevap verirseniz verin
sizin stratejiniz sakat.
Bu stratejiyi Hocaefendiniz kurduysa
hocanız da siz de yanlış yoldasınız.
Eğer siz yapıyor da
Hocaefendinize haber vermiyorsanız
yine tümden sakat bir iş yapıyorsunuz
diyerek sustum.
Cevap bekledim.
Benim sorularıma cevap vermedi ve başka bir konuya geçtik.
UZAKTAN BU KADARSA
Bu cemaatle ucundan kıyısından girdiğim ilişkilerde bu kadar problem tespit ettiysem, Latif ERDOĞAN gibi cemaatin özünden gelenlerin anlattıklarına hiç şaşırmamak gerekir. Ben yaşadıklarımın tamamını gizlemeden anlatıyorum ama Latif ERDOĞAN’ın bildiklerinin binde birini anlatıp gerisini anlatmaktan hayâ ettiğini tahmin ediyorum.
BENİM TEORİLERİM
Buradan sonra anlattıklarım görünen olayları tahlilimden ibarettir.
SİYASİ DEHÂ
Benim gibi sıradan bir vatandaş Fetullah’ın sakat stratejisini kabaca çözdüyse, Erdoğan gibi usta bir siyasi dehâ hayda hayda en ince ayrıntısına kadar çözmüştür, bunda şüphem yoktur.
DEVLET VE DEMOKRASİ PROBLEMİ
Askeri vesayet bu devletin ve milletin en büyük problemiydi. Acilen çözülmesi gerekiyordu fakat nasıl?
DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİRMİŞ
Devletin, milletin, inanç özgürlüğünün ve demokrasinin en büyük engeli olan askeri ve Kemalist bürokratik vesayetin şer gücünün hakkından ancak başka bir şer güç gelebilirdi. Öyle de oldu.
Otuz yıldan beri devletin kılcal damarlarına her yol meşrudur diyerek sızan kripto şakirtler Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşa kuruya bakmadan asker ve Kemalist bürokratik vesayetin belini hukuk, bilim ve basındaki örgütlenmeleri sayesinde kırdılar. Cemaat zannetti ki asker ve Kemalist vesayetin yerine kendi vesayetlerini koyacaklar. Ancak umdukları gibi olmadı. İki şer güç birbiriyle kapıştı ve birbirini törpüledi ve kazanan DEVLET ve MİLLÎ İRADE oldu.
CİĞERİNE OTURDU
Türkiye’nin tapusuna kırk yıl önce göz koymuş olan Fetullah Stratejisi, Türkiye tarihinin en büyük siyaset ustası karşısında ofsayta düştüklerini, açığa çıktıklarını fark ettiler ama iş işten geçmişti. Ergenekon ve Balyoz sürecinde zafer sarhoşluğu nedeniyle deşifre olmuşlardı.
Asker ve Kemalist bürokratik vesayet
güç zehirlenmesi nedeniyle
Erdoğan’ın milli iradeye dayalı
meşru siyaseti karşısında
nasıl ki kendi kendini bitirdiyse,
Fetullah stratejisi de kendi güçlerinin zehirlenmesine uğradılar ve yok olma sürecine girdiler.
Meşru siyasetin bu ustalığı karşısında Fetullah çıldırdı, Ergenekon-Balyoz sürecinin sonucu ciğerine oturdu ve o meşhur BEDDUA seansını yaptı.
ERDOĞAN’I SAF ZANNEDENLER
Erdoğan (AKP) ile cemaatin arasını Islak İmza vs. gibi komplolarla bozdular, birbirlerine düşman ettiler senaryosuna inanan dostlar LÜTFEN bu kadar temiz kalpli olmayın. Erdoğan onun bunun ağzına bakacak kadar saf değildir. Ben, Erdoğan’ın ve Arınç’ın Paralel yapı tarafından aldatıldık, ihanete uğradık tarzındaki beyanlarının dahi siyasi bir söylem olduğunu tahmin ediyorum.
Siyasetten zerre kadar anlamadığı halde siyaseti ele geçirmeye çalışan Fetullah siyaset konusunda saf olabilir aldanabilir ama Erdoğan asla.
SİYASİ TEDBİRLER
AKP ve Erdoğan’ın sırtından devletin tapusunu ele geçireceğini zanneden kırk yıllık paralel strateji çatır çatır çökmeye başlayınca akıl tutulmasına girdiler. Tüm güçleriyle saldırıya geçtiler.
Erdoğan
Başbakanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren
Paralel’in tüm hamlelerini
çok önceden hesap etmemiş olsaydı...
“Böcek” olayında,
“Kriptolu Telefon Dinleme” olayında,
“AKP’ye sızan takiyyeciler” olayında
ve diğer her Paralel stratejisinde
en başından beri tedbirli olmasaydı,
Arınç ve Gül ile birlikte
Cemaatin hırslarına karşı
“iyi polis kötü polis” siyasetini uygulamasaydı çoktan yok olup gitmişti.
GEÇ UYANDILAR
AKP ve Erdoğan’ı kullanamayacağını biraz geç anlayan Paralel ihtirasın 2003’den beri yedekte beklettikleri tüm kumpasları, şantajları, iftiraları, yalanları öne sürmeleri işe yaramadı.
AKP OY KAYBETMİŞ
Ecevit’ten itibaren CHP’yi, Başbuğ’dan sonra MHP’yi, Şehit Yazıcıoğlu ve Topçu’dan sonra BBP’yi ve Kamalak’ın SP’ni kısmen içeriden ele geçirdiği için hepsini de parmaklarının ucunda mandik mandik oynatan Hoca, yanlarına HDP’yi de katarak Erdoğan ve AKP’den siyasi intikama devam etti. Bu arada küresel karanlık güçler de kumpanyaya katıldı. PKK’nın da yoğun baskı ve propagandasıyla HDP’ye hep birlikte barajı aşırttılar.
Doğru, AKP %10 civarında oy kaybetti ama gözden kaçan bir gerçek var; AKP oy kaybetti ama İLKE KAYBETMEDİ ve neticede DEVLET KAZANDI, MİLLÎ İRADE KAZANDI, DEMOKRASİ KAZANDI.
Ve kazanmaya devam edecek.
KAYBEDEN KAZANMIŞTIR
Ülkedeki ve dünyadaki tüm şer güçler, tüm şer siyasiler, tüm teröristler, tüm paralel yapılar AKP ve Erdoğan’a saldırdıkça saldırıyorlar. Bu kadar saldırı ve ittifak karşısında milli irade ve Allah’tan başka dayandığı yer olmayan Erdoğan’ın bundan sonra da kalleş cephe karşısında kaybedeceği her şey benim nazarımda ZAFERDİR.
AKP VE ERDOĞAN’IN SİYASİ HATALARI
Var mıdır? Vardır?
Niçin vardır?
Çünkü beşerdir.
Ben de sizin gibi beşerim diyen Rasulullah dahi beşerî fıtratı gereği hata (zelle) yapabiliyorsa ve vahiyle düzeltiliyorsa, VAHİY almayan Erdoğan neden yapmasın?
FETULLAH HATASIZ MI
Hatasız diyen beri gelsin.
HATADA KERAMET YOKTUR HİKMET VARDIR
Erdoğan ve AKP’nin hatasında
keramet meramet arayan yoktur.
Evvelâ bu böyle biline. Sonra…
Beşerin hata yapmasını dileyen Hak, hatalardan ders almak hikmetini amaçlamıştır.
Hata yapmayan insan kendini ilah zannetmeye başlar.
Hatadaki en büyük hikmet ilahlık iddiasından uzak kalmaktır.
ANKETLER
Erdoğan ve AKP anketler yapıyor. Halk hatayı da sevabı da açıkça söylüyor. Böylece hatalardaki hikmet açığa çıkıyor. Erdoğan ve AKP hatalardan ders almasalardı bu kadar iç ve dış şer ittifakına bu kadar müddet dayanamazlardı.
FETULLAH HATASIZ İSE PARTİ KURSUN
Oyumu ona vereyim.
Evet Fetullah parti kursun hem PKK’nın HDP’si ile ittifak ederler, AKP’yi daha çok sallarlar.
İKİNCİ BÖLÜM
ÇAKAL YAVRULARININ OYUNLARI
Tabiat belgesellerinde izleriz... çakal yavruları büyüklerin kulaklarını ısırır kuyruklarını asılır ve kardeşleriyle de boğuşurlar. Tüm bu oynaşların amacı yavruların gelecekteki AVLARA hazırlanmasıdır.
DİJİTAL TEKNOLOJİDEN ÖNCE
Yıl 1986 sonbaharı, 29 yıl evvel... Hafta sonu tatilindeyiz, şakirt bir dostumla Boğaz'da bir pastaneye gittik. Bizden önce gelen bir kaç şakirdin masasına oturduk. Çay içiyoruz. Tanımadığım şakirtlerden birisi elindeki Zippo çakmağı sürekli çat çut açıp kapatıyor, diğeri de hafif kalın bir dolmakalemle oynuyor. Diğer masalarda da bizim gibi kısa traşlı sakalsız bıyıksız delikanlılar yanlarındaki kız arkadaşlarıyla aşk meşk boyutundalar. Pastaneden ayrıldık. Perdeleri kapalı, içerisi loş ve rutubet kokulu IŞIK (?) evine döndük. Zippo çakmak ve dolmakalem alacakaranlık masaya konuldu bir kaç tiktak hareketten sonra içleri açıldı. Benim saflığım tuttu... çakmak ve kalem bakımı yapacaklar zannettim. Meğer ki KASET EKİBİ pastaneye gelen diğer gençlerin fotoğraflarını ve seslerini kaydetmişler. Mikro fotofilm ve mikro ses kasetini çıkarıp çantalarına koydular yerlerine yenisini takıp kapattılar. Ben sormadan bana hava atarak şöyle anlattılar: Solcu meslektaşlarımızın fahişelerle buluşacağını öğrendik ve sizin de şahit olmanız için pastaneye beraber gittik ve onları kayda aldık. Fotoğrafları ve ses kasetini amirlerine postalayıp onları ahlâksızlıktan disipline verdireceğiz.
Paralel yavrular tâ 30 yıl önce dijital teknoloji yokken bu tür oyuncaklarla oynuyorlardı.
Bu yavrular büyüyünce ne yapar?
Ne yaptılar?
Biliyoruz ve biliyorsunuz.
Dijital teknoloji çağında nice canları montaj ve gizli çekim şantajlarıyla nice iftiralara nice kumpaslara sürüklediler.
EŞİMİZ DAHİ BİLMEYECEK
30 yıl evvelki şakirtlerin bu tür çakal oyunlarını gördüm ama o zaman şöyle düşünüyordum. Kur'an bir ayette insanların gizlisini araştırmamayı emrediyordu ama şakirtler vatan millet din sevdasıyla bir nevi düşman addedilen sol, komünist ve dinsiz ideoloji cephesiyle cihat ediyorlardı. Bu da onların yöntemi diyerek kendi şeffaf ve meşru dairedeki inanç yaşamımı sürdürüyordum.
Şakirt dostlar benim hafiyelik işlerinden hoşlanmadığımı anlayınca daha idealistçe "mukaddes bir vazife" teklifinde bulundular...
Projeye göre… Açık bir kızla evlenecektim. Öğretmen veya hemşire öncelikli olmalıydı. Dini ameli olmamalıydı, ileride dine yönelmemeliydi, başı hep açık kalmalıydı. Eşime ölene kadar asla namaz kıldığımı ve dini yönümü hissettirmemeliydim. Eşimle her türlü eğlenceden ve kokteylden geri kalmamalıydım. İçkilere gizlice bir miktar tuz veya sirke dökmeliydim, ve sınıfımda yükselebildiğim yere kadar azimle yükselmeliydim. Eşimi eş olarak değil de gizlenme aleti olarak kabul edecektim. Çok önemli mevkilere gelme ihtimalimi dikkate alarak gerekirse bebek sahibi dahi olmamalıydım. Çünkü evlat hizmette zaafiyet demekti. Otuz, kırk yıl sonra bu serdengeçtiliğimizin meyvesini yiyecektik. Tabi o zamanlar meyvenin ne olduğunu tam olarak tahmin edemiyorduk... Meğer ki Ergenekon-Balyoz- Başbakanı dinleme, 17-25 Aralık Operasyonu, siyasal partileri yönetim kadrosuyla ele geçirme vb. kumpas haltlarının meyveleriymiş.
Elbette mukaddes vazifeye uymadık...
NİYET VE ÂKIBET
30-40 yıl evvelki o delikanlı şakirtler o zamanlar gerçekten HAYR niyet taşıyorlardı. "Milletin imanını selamette görmek" uğruna kendilerini şeriat dışı yol kullanmakla ateşe atıyorlardı, cehenneme girmeye razılardı. Bu da onları gözümde kahraman yapıyordu.
Ancak âkıbet hiç de HAYR olmadı. Ulaştıkları gücün namlusunu önce kısmen ERBAKAN'a, sonra yine kısmen ÖZAL'a en sonunda da tüm barut haklarını kullanmak üzere en sert şekilde ERDOĞAN'a çevirerek patlatmaya kalkıştılar. Şükür ki acemiliklerinden dolayı Allah ellerini ayaklarına doladı da tetik ateşlemedi... açığa düşüp sırıtıp kaldılar.
SAF MIYIM BASİRETİM Mİ BAĞLANDI
MİT'i FİT'e (Fetullah İstihbarat Teşkilatı'na) teslim etmeyen Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi ve 17-25 Aralık ihanetine kadar bu cemaate her nasılsa hep kahraman serdengeçtiler gözüyle baktım. Yollarını, yöntemlerini, stratejilerini hep eleştirdim ama aynı zamanda her nedense hep sevdim o keretaları.
Paralel ihanetten sonra Başbakan'ın (ERDOĞAN) sesi kısılana kadar meydan meydan bağırmasıyla 30-40 yıllık saflığımdan ancak kurtulabildim.
ÂKIBETİMİZ HAYIR
Seçimler yaklaşıyor. Ülkemiz ya koalisyon krizleriyle boğuşmaya devam edecek ya da tek parti istikrarıyla iç ve dış şer cephesiyle mücadeleye devam edecek.
Sandıktan ne çıkarsa çıksın meşru yolumuzdan dönmedikçe gayri meşruya bu ülkede ekmek yok.
Meşru yoldan dönmedikçe âkıbet hep hayır olur... kazansak da kaybetsek de.
CEMAATLER AKP'NİN TAPULU MALI DEĞİLDİR
Fetullah cemaatini AKP'ye oy vermiyor diye eleştirme hakkımız yoktur çünkü hiç bir cemaat hiç bir partinin tapulu malı değildir. Bu yazıyı da oy vermiyorlar diye yazmıyorum…
Cemaatlerin tabanı da hocaların, liderlerin ve yöneticilerin tapulu malı değildir. Cemaat bireyleri özgür iradeleriyle ve kendi akıllarıyla oylarını diledikleri partiye vermelidir.
Peki paralel cemaat liderlerinin Erdoğan'a ve AKP'ye ihanetini niçin anlatıyorum? İzah edeyim.
MUHALEFET BAŞKADIR İHANET BAŞKADIR
Bir cemaat bir partiye muhalefet yapabilir. Geçmişte bazı cemaatler bazı partileri desteklemiş bazılarına meşru muhalefet yapmışlardır. Şimdi de bu tür muhalif veya dost cemaatler vardır ve hep olacaktır.
İhanet ise bambaşka bir mevzudur.
Her partiye kripto elemanlar sızdırarak ele geçirmeye çalışmak ve partileri cemaatin çıkarları doğrultusunda zombileştirmek ihanettir.
Devlet kurumlarına cemaat elemanı yerleştirmek için iktidar partisine ölümüne destek vermek, ölüleri dahi mezardan kalkıp oy vermeye çağırmak fakat bu hırsın hesabı sorulunca da o parti liderinin şahsına, ailesine, partinin şahsı manevisine, bakanlarına, vekillerine, belediye başkanlarına, parti üyelerine ve seçmenlerine toptan kahpece bir iftira savaşı başlatmak ihanettir.
Cemaat lideri ve elebaşları AKP’yi diğer bazı partiler gibi ele geçiremeyince, zombileştiremeyince ihanet yolunu seçtiler.
AKP-CEMMAT KAVGASININ GERÇEK YÜZÜ
Cemaatin amacı AKP'nin beynine bir virüs gibi yerleşmek ve ülkeyi AKP vasıtasıyla cemaatin tapulu malı haline getirmekti. Olmadı. Erdoğan izin vermedi. Taviz vermedi. AKP'yi ve ülkeyi virütik yapıya teslim etmedi. Bu nedenle Firavun ilan edildi.
Kavganın aslı astarı budur gerisi hikâyedir. Kim ne anlatırsa anlatsın külahım dinler.
KEŞKE İHANET YERİNE MUHALEFET YAPSAYDILAR
Cemaat AKP ve ERDOĞAN'a ihanet yerine meşru muhalefet yolunu seçseydi kendine yazık etmezdi.
NOT:
30-35 yıl evvelki şakirt dostların ne isimlerini ne de kim olduklarını asla ve asla hiç bir zaman hiçbir yerde zikretmedim. Hemen hemen hepsi zihnimden silindi gitti. Otuz yıldan beri de hiç birisini ne gördüm ne de haberleştim. Onları unutmasaydım yine zikretmezdim çünkü onlar bana dostça güvenen gençlerdi ve satılmayacaklarını biliyorlardı. Yanılmadılar, yanıltmadım.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜLEN VE GÜLENİZMİN PSİKO BOYUTU
Cemaatler içinde Türkiye ve dünya gündemini son çeyrek asırda en fazla meşgul etmiş olan “GÜLEN Hareketi” veya kendi tercihleriyle “Câmia” ya da ülke güvenliği ifadesiyle “FETÖ” (Fetullahçı Teör Örgütü)nün psiko boyutu hakkında özel bir yorum getirmek istiyorum.
FETULLAH GÜLEN
Kimdir ve amacı nedir?
Tabii ki biyografisini ve amacını burada anlatmayacağım çünkü haddinden fazla lehinde ve aleyhinde yazılıp çizildi. İyi birisi midir kötü birisi midir diye sorgulamayacağım, niyetinin halis mi hainlik mi olduğunu da bu bölümde okumayacağım. Klasik yorumlar yerine en çok dikkatimi çeken AZMİ, HIRSI ve ETKİ GÜCÜ hakkında sadece özel düşüncelerimi arzedeceğim.
ÇILGIN İNANÇ
Bir insanın bu kadar azimli, hırslı ve etkileyici olması için kendisinin ve misyonunun kutsal ve tek seçenek olduğu yönündeki inancının yüzde yüz olması gerekir. Fetullah GÜLEN’in gerilimden her an patlayacak gibi görünen yüzünde ben bu inancı görüyorum.
İslâm’ın, Müslümanların, Türkiye’nin, dünyanın ve tüm insanlığın tüm dertlerinin TEK VE EN ETKİLİ merheminin sadece ve sadece kendisi ve sistemi olduğuna “çılgınlık” derecesinde inanıyor.
“Çılgınca İnanmak” deyimiyle meramımı tam anlatamadığımdan eminim. Bu nedenle “teşbihte hata olmaz” kuralına istinaden ne demek istediğimi bir örnekle anlatacağım:
AKIL OYUNLARI
Akıl Oyunları filmini izleyenler bilir…
1994 yılı Nobel ödüllü matematik ve iktisat Profesörü John Forbes NASH’in (1928–2015) hikâyesi ilginçtir. Nash kendi kurguladığı şizofrenik bir boyutta gerçek varlıkları olmayan insanlar görmekte, yine gerçekte var olmayan bir CIA görevlisinden ABD’yi Sovyetler Birliğinin (Rusya) patlatacağı bombadan kurtarmak görevi almaktadır. Profesörün iki yaşamı vardır. Birinci yaşamında her şeyiyle normaldir ancak ikinci yaşamı olan şizofrenik bilinç boyutu ona daha gerçek görünmekte ve kendisinin asıl görevinin ABD’yi kurtarmak olduğuna yüzde yüz inanmaktadır. Filmi izlemeyenlere izlemelerini tavsiye ederek noktayı koyuyorum.
DENETİMSİZ HAYAL
Fetullah GÜLEN’in ise tek bir boyutu var ve o boyuttaki tek hayali KÂİNAT İMAMI olarak alt İMAMLAR GRUBU ile hayalindeki Türkiye ve hayalindeki dünyayı denetimi altına almaktır. O bu hayaline HİZMET diyor ancak pratikte ise tam tersi, Fetullah GÜLEN hayalini denetleyerek ülkesine insanlığa hizmet vermekten ziyade HAYALİ ONU DENETİMİ ALTINA ALMIŞ görünüyor ve o sadece gerçeklerden kopmuş olan hayalinin hizmetçisi durumuna girmiş... ve maalesef bunun farkında değil.
ROBOTLAŞAN ŞAKİRTLER
Kendi hayallerine tutsak olmuş bir insan beyin gücünü muazzam derecede kullanır. Aynı hayallere tutsak olanları öyle bir etki alanına alır ki, onun karşısında öyle bir robotlaşırlar ki kendilerinden istenileni yapmaktan başka hiçbir programları çalışmaz hale gelir.
Dininin kesin emirlerini çiğnemekten, eşini ömür boyu bir kalkan olarak kullanmaktan, evlâtlarına uzak kalmaktan, malını mülkünü cemaatin bankasına bağışlamaktan, devletin sınav sorularını çalmaktan, himmet hırsızlığından, bir kaç yüz dolara dünyanın öteki ucunda çalışmaktan, ülke Başbakanı’na kumpas düzenleyip tutuklamaya kalkışmaktan vs. vb. çılgınlıklardan ve şizofrenik düşlerden kurtulamazlar ve bunun adına da İHLAS İLE HİZMET derler.
DAMDAN DÜŞENİN HÂLİ
Mâlumunuz, Hoca Nasrettin bir gün damdan düşmüş, ah vah edenlere, boşuna yormayın kendinizi benim acımı ancak benim gibi damdan düşmüş birisi anlayabilir demiş. (Bu paragrafı ileride bir yere bağlayacağız)
MAHALLE BAKKALI
Rahmetli babam 1970-1980 yıllarında mahalle bakkalcılığı yaptı. Ben de yedi yaşımdan on beş yaşıma kadar 7x12 saat ful bakkal bekledim. Çocukluğum ev, okul ve bakkal üçgeninde geçti.
Eskiden bakkallar mahallenin dert yuvasıydı, buluşma noktasıydı ve en önemlisi de SİYASET MEYDANI idi.
Babam koyu bir Demirelci, abim şizofren derecesinde Türkeşçi, dayım soyadını değiştirecek kadar komünist, sokak komşumuz tapınma derecesinde Ecevitçi ve bir başka komşumuz fanatik Erbakancı idi. Süleymancılar, Nurcular (Hüsrev Efendi’nin yazıcıları ve Yeni Asya okuyucuları, yeni yeni palazlanan Fetullahçılar), tarikatçılar (Kadiriler, Nakşîler) ve her renkten tipler bizim bakkalda en ateşli tartışmaları yaparlardı. Ben de can kulağıyla dinlerdim. Tartışmayla ilgili sorular sorardım, sorularım büyüklerin hoşuna gider ve bana izah ederlerdi.
MANYAKÇA BİR KORKU
Ergenlik sürecimde bakkalda tartışılan fikirlerin en uç ve en uçuklarını aldım ve yaşam amacım haline getirdim. Yirmi beş yaşıma kadar Ümmeti Muhammedin ve insanlığın perişanlığına çâre olamamanın derin ızdırabını yaşadım. Hesap kitap gününde Allah’ın huzuruna çıkmaktan ve Rasululah’ın yüzüne bakmaktan manyak derecede korkar halde yaşadım.
ŞEHİT OLMAK
Üniversite yıllarımda bir ara “gizli düşler dünyamda”, Afganistan’a gidip Rus küffarıyla cihad ederek şehit olmak ve böylece Allah’ın huzuruna alnı kara çıkmaktan ve Rasulullah’ın yüzüne bakamamak durumundan kolayca kurtulmayı dahi düşündüm.
BEN DE HAYALLERİMİN ESİRİYDİM
İşte böyle bir hâleti ruhiyye içinde iken
Fetullah GÜLEN’in
mutsuz ve gergin yüzünde,
isyanları oynayan sesinde,
dünyayı kurtarmaktan başka mesaj çıkmayan hitabetlerinde
ve başka bir boyuta kaymış bakışlarında
KENDİMİ GÖRDÜM
Ve dedim ki “İşte benim gibi damdan düşmüş birisi”. Evet kafama göre bir mücadele alanı ve mücadele adamı bulmuştum...
KAYIŞ
Ülkem ve insanlık gayri İslâmi bir rejim içinde cehenneme doğru yuvarlanıyorken pısırık yöntemlerle Ümmete ve insanlığa çare olunamazdı. Gayri İslâmi rejim ve ideolojilere karşı GAYRI İSLAMİ MÜCADELENİN HER BOYUTU CÂİZ OLMALI İNANCINA tam kaymak üzereydim ki...
SUFİZME YÖNELİŞ
Üniversite yıllarımın sonuna doğru Muhsin YAZICIOĞLU rüzgârıyla Miliyetçi Hareket içinde namazlarıma ve ehli sünnetin itikadi ölçülerine daha fazla dikkat etmeye ve siyasi meşruiyet çizgisine çekilmeye başladım. Bir dostum “Bunca yıl alplik yaptık şimdi sırada ALPERENLİK var. Alperenliğin ilk şartı da HÂCE AHMET YESEVÎ gibi bir EREN’e intisaptır” ayaklarıyla beni tavlayıp bir dergâha götürdü.
KARIŞIKTIM İYİCE KARIŞTIM
Türklük, Müslümanlık, mücahitlik, şehitlik, ahirette hesap takıntısı, şeriat, ilim, hikmet derken bu sefer de sufiliğin “neş’e ve muhabbeti” ile tanıştım. Ancak benim gibi damdan düşen ve benim gibi hayallerinin tutsağı Fetullah GÜLEN’in gayri nizami ve yer yer gayri İslâmi mücadelesinin çekiciliğini de bırakmak istemiyordum. Fakat ehlisünnet itikadının ölçüsü daha kuvvetli bastı ve cemaatin kıyısında köşesinde dolaşmakla yetindim. İçine ve özüne girmedim.
HAYAL DÜNYASINDAN GERÇEĞE DOĞUŞ
Üniversite bitti... Evlendim ve ilk bebeğimi kucağıma aldığım an beni yedi yaşımdan beri tutsak almış olan “İSLAM ÜMMETİNİ VE İNSANLIĞI KURTARMAK” takıntım ve çılgın hayalim çatır çatır çökmeye başladı ve ikinci bebeğimde tamamen çöktü. Ben de çocuklarımla birlikte gerçekler dünyasına doğmuş oldum.
EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL
Rasulullah (S.A.V.) hayallerinin tutsağı değildi. Tüm ömrü gerçekler dünyasında aklı ve imanı ile kulluk etmekle ve bâtılla Kur’an ölçüsü içinde mücadeleyle geçti. Buna rağmen ömrünün sonuna doğru Hak O’nu dahi “EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL” ayetiyle uyardı.
İşte tek ölçü budur.
Gerisi
YEL DEĞİRMENLERİNE SALDIRMAK KAHRAMANLIĞINDAN başka bir şey değildir.
MECZUB İSE
Fetullah GÜLEN;
Hayalleri uğruna aklını askıya aldıysa, hayallerinin esaretinde kendi "sanal küçük dünyası”nda gerçeklerden kopuk yaşıyorsa...
Denetimsiz zihninden yansıttığı sanal ve hayal görüntülere Peygamber ile hakikatte keşfen görüşmek diyorsa...
Kâinata imamlık yapacağım derken... Vahşi kapitalizmin, Siyonizmin, Vatikan’ın, paradan başka mâbud tanımayan BİRADERLERİN ve silahlı terör örgütlerinin CEMAAT’i (kuklası) haline geldiyse...
Ve bu gerçeği fark edemeyecek kadar, bir ihtimal, MECZUB İSE...
Ki zâhir bir yönüyle böyle tecellî ediyor...
BU DURUMDA
Bizans’ın fethinde, aklı başında olmayan, sur içinde meskûn, ellerini açıp “gâvurcuklarımı koru” diye dua eden meczub CİBALİ BABA gibi Fetullah GÜLEN de belki fiillerinden Allah indinde mes’ul değildir, belki kurtulmuştur fakat ülkem, âlem-i İslâm ve aklı başında kişiler ve insanlık için kurtarıcı olamaz.
HER NE İSE
Fetullah GÜLEN;
kimine göre Kâinat İmamı,
kimine göre onun bunun ajanı,
kimine göre meczub,
kimine göre hain,
kimine göre kahraman...
Hakikat nedir ne değildir bilmiyorum.
Gerçekte ne olduğunu ve ne olmadığını merak da etmiyorum.
Her ne ise ve her ne olursa olsun;
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” ölçütü gereği icraatına bakıyorum.
İcraatının geçmişi de şimdisi de HAK ve HUKUK’a uymuyor...
Geleceğini de Allah’a havale etmekten başka sözüm yok.
Selam ve saygılarımla
Kemal Gökdoğan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir."
***************************************************************************
Dini öğrenmek, yaşamak ve dinine hizmet etmek için bu cemaatin içinde bulunan samimi dindar arkadaşlarımızın gerçekleri bir an önce görmesi dileğiyle.
Adnan Tanrıverdi
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
PKK TÜRKİYE İÇİN DIŞ TEHDİTTİR
PKK TÜRKİYE İÇİN DIŞ TEHDİTTİR
1. PKK DIŞ TEHDİTTİR
Bir kısım silahlı unsurlar, başka bir ülkede teşkilâtlandırılıyor, eğitiliyor, donatılıyor, silahlandırılıyor, sınırlarımızdan içeri gayri meşru yollardan sokuluyor, devletin meşru düzenine karşı silahlı eylemlere girişiyor ve bütün bu faaliyetler yabancı ülkenin topraklarında üslenmiş kadrolar tarafından yönetiliyorsa, bu açıkça kökü dışarıda bir asimetrik savaş uygulamasıdır.
Türkiye, Güneydoğu sınırlarımızın dışında üslenmiş, uluslar arası güçlerin desteklediği bir terör örgütü ile sınırlarımızın içinde ve dışında asimetrik (Gayri Nizamî) bir savaşın tarafıdır.
Terör örgütünün Lider kadrosunun yerleştiği ana üssün, eğitim merkezlerinin ve diğer tesislerinin bulunduğu Irak’ın, düzenli ordularının, Türkiye topraklarına taarruz etmesi ile PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi) Türkiye’ye karşı asimetrik savaş uygulaması arasında tehdit değerlendirmesi bakımından bir fark görülebilir mi?
Türkiye Irak’ın düzenli ordularının taarruzuna hedef olduğu zaman ne yapması gerekiyorsa, Kandil’de ve Kuzey Irak’taki üslerden hareket eden PKK terörüne karşı da aynı mücadeleyi vermesi gerekir.
2. SINIR ÖTESİ TEHDİTLERE KARŞI ULUSLAR ARASI HUKUK
Birleşmiş Milletler (BM) Anlaşmasının ikinci maddesine göre devletler, aralarındaki ihtilafları barışçı yollarla halletmeyi taahhüt etmektedirler. [[i]]
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenliğine, toprak bütünlüğüne, iç barışına, kamu güvenliğine yapılan silahlı saldırıların önlenmesinin başka bir yolunun bulunmaması nedeni ile PKK’nın IRAK Coğrafyasında üslendiği alanları taşmayacak şekilde ve uyguladıkları asimetrik savaş kurallarına uygun olarak, Türkiye’nin Irak’taki PKK varlığına karşı kara, hava ve gayri nizami kuvvetlerini kullanarak, meşru müdafaa hakkı bulunmaktadır. Bu hakkı BM Andlaşmasının 51. Maddesi üyelerine vermektedir.
Uluslar arası hukuk terör örgütlerini bir savaşın tarafı olarak muhatap almamaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin, Irak’ı yok sayıp, sınır ötesinde PKK yönetimini savaşın tarafı sayması ve askeri güç kullanması halinde, hem Irak’ı hem de Uluslararası toplumu haklılığına inandırması gerekmektedir.
3. TÜRKİYE’NİN GÜNEY SINIRLARI İLE İLGİLİ HUKUKİ MEVZUAT[[ii]]
Irak’ta Sınır ötesi harekâtın uygulanması hususunda Türkiye ile anlaşma yapabilecek bir otoritenin olduğunu söylemek güçtür.
Irak’ta otorite, Bağdat Hükümeti, Bölgesel Kürt Yönetimi ve PKK tarafından ve bunların da üzerinde, İngiltere ve Almanya’yı yedeğine alan ABD tarafından temsil ediliyor denilebilir.
Sonuçta, Bölgesel Kürt Yönetimi sınırları içinde kalan PKK üslerine yapılacak sınır ötesi kara harekâtına esas muhalefetin PKK ile ABD, Almanya ve İngiltere’den geleceği değerlendirilmelidir.
4. BÖLÜCÜ TERÖR VE ÇÖZÜM SÜRECİ
Türkiye, Osmanlı Devletine katılırken aşiretlere tanınan, mahalli yönetim yetkilerinin kısıtlanmaya ve Merkezi Yönetime kaydırılmaya başlandığı Tanzimat hareketi ile birlikte başlayan, Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması ile artan, Kürt Aşiretlerinin ayaklanmalarına sahne olmuş ve 14 Ağustos 1984 tarihinden itibaren de silahlı bölücü terör örgütünün uyguladığı asimetrik savaşa taraf olmuştur.
Dolayısıyla meselenin iki boyutu bulunmaktadır.
Birincisi, Devletin de yanlış uygulamaları ile temel hak ve özgürlükleri kısıtlanan ve bunun tabii sonucu olarak da Devlete karşı aidiyet duyguları azalan, aynı zamanda dış güçlerin desteği ile oluşturulan terör örgütü tarafından uygulanan bölücü propagandanın hedefi haline genel bölge halkının kavmiyetçi duygularının gelişmesi ile ortaya çıkan Kürt Meselesidir.
İkincisi de; Dış güçlerin kontrolünde ve kökü dışarıda, sorunları istismar ederek bölge halkı üzerinde de otorite tesis etmeye çalışan silahlı bölücü terör örgütüdür.
Birincisi, yani Kürt Meselesi, “Barış ve Kardeşlik Süreci” olarak başlayan ve “Çözüm Süreci” olarak sürdürülen uygulama devam ettirilerek, devletin siyasi, sosyo-kültürel, ekonomik, adli güç ve imkânları kullanılarak çözülmelidir.
İkincisi, yani Silahlı Bölücü Terör ise, Örgütün Kürt toplumu ile irtibatı kesilerek içeride iç hukuk kurallarına uygun bir şekilde güvenlik kuvvetleri ile dışarıda ise asimetrik savaş konseptine uygun ve savaş hukuku kurallarına göre Silahlı Kuvvetler kullanılarak çözülmelidir.
5. DIŞ MERKEZLİ BÖLÜCÜ TERÖRE KARŞI ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER
Bölücü terörle mücadele, ülke içinde ve sınır ötesinde (kullanılacak güç, kullanma konsepti ve yöntemi, müdahil taraflar ve dayandığı hukuk, siyasi etkenler bakımından) farklı tedbirlerin alınmasını gerektirir.
İçeride ve dışarıda asimetrik savaşın güç ve kuralları uygulanmalıdır.
Asimetrik Savaşta Psikolojik Harekât, düzenli orduların mücadelesinden çok daha fazla öneme sahiptir. Bu imkânı etkili kullanan taraf mücadelenin sonucunu kendi lehine çevirebilir.
Gerek psikolojik, gerekse asimetrik harekât doğru anlık istihbarata ihtiyaç gösterir. Örgütün lider kadrosu, dış ilişkileri, iç bağlantıları, toplantıları, üsleri, eğitim merkezleri, silah ve mühimmat depoları, destekçi ve müzahirleri, intikalleri, ikmal noktaları ve faaliyetleri hakkında çok ayrıntılı ve taze haberler elde edecek şekilde haber toplama ağı oluşturulmalıdır. Harekâtta kullanılacak istihbarat milli kaynaklardan temin edilmelidir.
Asimetrik unsurlarla mücadele, özel yetişmiş iç ve dış emniyet güçleri ile başarıya ulaşabilir. Asker, jandarma ve polis özel kuvvetlerimizin miktarı, yurt içinde ve yurt dışında uygulanacak harekâtı başarıya götürecek şekilde, arttırılmalıdır.
Mücadelede planlamalar merkezi, operasyon ve uygulamalar ademî Merkezi olmalıdır.
Kullanılacak kuvvetler, tahsis edilecek hava ve kara vasıtaları, haber toplama ve istihbarat unsurları bölgede oluşturulacak bir merkezin kontrolüne verilmelidir. Planlama, sevk-idare, takip ve kontrol bu merkezden yapılmalıdır.
a. SINIRLARIMIZ İÇİNDE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER
Önce gerekli yasal düzenlemeler yapılarak Kürt Meselesi tarihin sayfalarına gömülmelidir.
Kürt vatandaşlarımızın Devlete karşı aidiyet duygularını arttıracak, etnik ve kültürel değerlerinin tanınıp yaşanmasını sağlayacak ve yönetime katılma yetkilerini arttıracak yasal düzenlemeler öncelikle TBMM’den geçirilmelidir.
Devletçe ilk adım atılarak terör örgütünün, mevcut hassasiyeti istismar ederek halkın desteğini alma imkânının önüne geçilmelidir.
Silahlı Bölücü Terör unsurları ile mücadele, iç hukuk kuralları uygulanarak, bu kurallara göre de yetiştirilmiş özel harekât elemanları ile yapılmalıdır.
1) Kürt Sorunun Çözülmesi için:
Ana dilde eğitim, anayasal vatandaşlık ve mahalli idarelerin güçlendirilmesi ile ilgili anayasa değişiklikleri milli bir politika olarak deklare edilmeli ve yeni meclisin ilk gündem konularından biri haline getirilmelidir.
Siyasi partilerin, Milletin refahı, Devletin güvenlik ve bekâsı için tespit edilmiş milli dış politikaya uygun olarak, bölge insanının istek ve ihtiyaçları da dikkate alınarak Kürt Meselesinin çözülmesi ve bölücü terörle sınırlarımızın içinde ve ötesinde mücadelede uygulayacağı somut program ve politikaları bulunmalıdır.
Bakanlar kurulu asgari ayda bir defa güvenlik sorunu yaşanan bölge il ve ilçelerinde toplanmalıdır.
Psikolojik Harekât, asimetrik savaşta güç kullanmaktan daha fazla etkilidir.
Propagandanın dayanağını müşterek tarih, müşterek vatan ve mensup olduğumuz İslâm dini oluşturmalıdır.
Bölgeye ve Türkiye geneline Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonlar Devlet tarafından çoğaltılmalı, Bölgenin kanaat önderleri, dini liderleri, sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri bu yayın kurulunun doğru haber ve yorumlarında görevlendirilmelidir.
Bölgedeki camilerde, Şafii Mezhebine mensup ve mahalli lisanı bilen din adamları görevlendirilmelidir. Diyanet işleri Başkanlığı bu hassasiyete cevap verecek tarzda organize olmalıdır. Geçiş sürecinde bölgedeki medreselerde yetişmiş din adamları istihdam edilmelidir.
Merkezi idarenin temsilcileri ve bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin yöneticileri mahalli lisana vakıf olmalıdırlar.
En küçük operasyonlar dâhil yapılacak her askeri harekâtın planına ek, operasyona katılan her bir güvenlik görevlisinin karşılaşacakları suçlu veya masun bölge insanı ile kuracağı ilişki ve vereceği mesajlar dâhil, karşılaşılabilecek en küçük ayrıntılarda uygulanacak hareket tarzları psikolojik harekât planlarında yer almalıdır.
Yargıya başvuran vatandaşların davalarının birkaç celsede karara bağlanmasını sağlayacak şekilde yerel mahkemelerin hâkim, savcı ve adli kolluk kuvvetleri, sayı ve teknik imkân bakımından, takviye edilmelidir.
Bölgede ve hassas illerde eğitim seferberliği yapılmalı, bölge lisanına vakıf, tecrübeli öğretmen ve idarecilerin özendirici imkânlarla bölgedeki eğitim kurumlarında istihdamı sağlanmalı, eğitim çağındaki çocuk ve gençlerin okula devam oranının %100’e çıkması sağlanmalıdır.
2) Sınır İçinde Silahlı Terörle Mücadele
Güvenlik kuvvetlerinin mümkün olan en üst kademeleri bölgede oluşturulacak harekât merkezlerine intikal ettirilmelidir.
Kamu güvenliğinin sağlanması için bölgedeki kolluk kuvvetleri personel ve teknik malzeme ile takviye edilmelidir.
Polis ve jandarma özel kuvvetleri ile asimetrik savaş kurallarına uygun olarak yürütülmelidir.
Ülke içinden dışarıya ve dışarıdan içeriye izinsiz ve kontrol dışı geçişler engellenmelidir. Hudut birlikleri, sınırlarımıza yakın PKK üsleri ile sınırlarımız arasının kontrolünü, sızma ve yaklaşma yollarını mayınlayarak ve ateşle koruyarak, sağlamalıdır.
Kamu düzeni yasası tavizsiz uygulanmalıdır.
Terörle mücadelede “önce emniyet sonra asayiş prensibi” uygulanmalıdır. İnisiyatif güvenlik güçlerinde olmalıdır.
b. SINIR ÖTESİNDE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER
Kullanılacak Güç
Asimetrik kuvvetlerle mücadele, özel yetişmiş kuvvet ve özel harekâta ihtiyaç gösterir.
Türk Silahlı Kuvvetleri özel harekât elemanlarının nitelikleri:
Türk Özel Kuvvetlerinin Subay ve astsubaylardan oluşan özel timleri, dünyanın ileri ülkelerindeki emsalleri ile her bakımdan boy ölçüşebilecek yeteneklere sahiptir.
Harp okulları ve astsubay sınıf okulları ile birlikte 8-10 yıl süren yoğun bir eğitimden sonra özel harekât personeli vasfını kazanabilmektedirler.
Her hava, arazi ve iklim şartlarında harekât yapabilirler.
Arazide uzun süre hayatlarını idame ettirebilirler.
Her türlü kara, hava ve deniz aracını ehliyetle kullanabilirler.
Uzun mesafeleri teçhizatları ile birlikte yaya olarak kat ettikten sonra görev icra edebililer.
Yüksek kondisyona sahip, fiziki gücü üstün, yakın boğuşma tekniklerine vakıf, her türlü silahı etkili bir şekilde kullanabilen, keskin nişancı vasıflarını taşıyan kişilerdir.
Ferdî olarak ve tim halinde kullanıldıklarında, sevk edildikleri görev ile ilgili olarak ani çıkan durumlarda, süratli durum muhakemesi yapıp sağlıklı kararlar verip uygulayabilirler.
Asimetrik kuvvetlerin (Gerillâ, Yer altı, Yardımcı) teknik ve taktiklerini bilerek pusu ve pusuya karşı, baskın ve baskına karşı, tahrip ve tahripten kurtulma, sabotaj ve sabotaja karşı savunma harekâtlarını ustalıkla yürütebilirler.
Hedeflerine karadan, havadan (helikopter ve/veya paraşütle taşınarak veya atılarak), denizden ve su altından sızdırılabilirler.
Tim halinde kullanıldıklarında, iyi birer muharip olmanın yanında, ilk yardım ve tıbbi müdahale yapabilecek sağlık personeline, üst makamlarla kriptolu telsiz haberleşmesi yapabilecek muhabere personeline, tahrip maddelerini yapıp etkisiz hale getirebilecek istihkâm personeline, her türlü silah, araç ve gerecin bakım ve onarımını yapabilecek ordudonatım personeline ve savaş uçaklarını hedeflere yönlendirebilecek hava irtibat personeline sahip savaş makinesi gibidirler.
Özel Harekât Personeli İhtiyacı
Öncelikle, dış tehditlere karşı sınırlarımızdan başlayan savunma konsepti değiştirerek tehdidi kaynağında tespit ve sınırlarımızın ötesinde etkisiz hale getirme konsepti benimsenip, stratejik savunma planlarımız bu anlayışa göre revize edilmeli ve askeri gücümüz stratejik hedeflerimizi elde edebilecek şekilde geliştirilmelidir.
Türkiye, etki alanı (güney ve doğu sınırları öncelikli olmak üzere sınır komşuları) ve ilgi alanını (Denizleri vasıtasıyla engelsiz ulaşabildiği ülkeler öncelikli olmak üzere tüm İslâm ülkeleri) dikkate alarak, subay ve astsubaylardan oluşan özel tim sayısı planlı bir şekilde 1000’e çıkarmalıdır. Özel harekât tim sayısı, harekât ihtiyacına göre tespit edilip üçle çarpılmalıdır. Kuvvetin 1/3 görev ifa ederken ikinci 1/3’ü eğitimle meşgul olup göreve hazırlanmalı, üçüncü 1/3 ise izinde ve istirahatlı olmalıdır.
Özel Harekât personelinin Arapça ve Kürtçe lisanını öğrenmesi sağlanmalıdır.
Bölücü Terör Örgütünün Sınır Ötesi Yapılanması
Bölücü terör örgütünün, Şırnak’ın Uludere İlçesi ile Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi arasında kalan Türkiye-Irak Sınırının 10-20 Km. güneyi hattında, kırk bin Km2 toprağa sahip “Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi” hudutları içinde, batıdan doğuya Haftanin, Metine, Zap, Gare, Basyan, Avaşin, Hınere, Hakurk bölgelerinde ve Şemdinli bölgesindeki Türk-Irak sınırının 90 Km. güneyinde Kandil Dağı Bölgesinde ana üsleri ve bu üsler civarında bulunan örgüte müzahir 30 kadar yerleşim birimlerinde eğitim merkezleri, ikmal depoları, karargahları ve yönetim birimleri bulunmaktadır.[[iii]]
Irak’ta ABD’li özel güvenlik şirketlerine bağlı 10 000’ne yakın özel güvenlik elemanı bulunduğu, DAEŞ ’in ortaya çıkmasından sonra 400 ABD profesyonel askerinin Merkezi Irak Hükümetine danışmanlık yaptığı, Erbil ’de yeni bir ABD üssü tesis edildiği, Çok sayıda ABD, İngiliz, Alman ve İsrail özel kuvvetlerinin Kuzey Irak’taki PKK Üslerinde eğitici ve danışman olarak bulunduğu ve ABD’nin iradesinin dışına çıkan PKK yönetiminin yola getirilmesi için Erbil ve Kobani’ye, DAEŞ’ın ABD tarafından taarruz ettirildiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Suriye’de yapılanan PYD (Demokratik Birlik Partisi) de PKK’nın Suriye kolu olarak düşünülerek, Suriye’deki Afrin, Kobani ve Haseke-Kamışlı kantonlarındaki yapılanmalar da PKK ile mücadele kapsamı içine alınmalıdır..
Kuzey Irak’taki Bölücü Terör Örgütüne Karşı Harekât
Uluslar arası antlaşmalardan doğan “Meşru Müdafaa” hakkı kullanılarak, Terör Örgütünün üslerine, özel kuvvetler ile asimetrik savaş prensiplerine uygun, örtülü taarruzi harekât uygulanmalıdır.
Harekâtın hedefi; Kuzey Irak’taki Türkiye’yi tehdit eden PKK varlığını, bütün destek ve kullandığı imkânlarla birlikte, yok etmek olmalıdır.
Harekât Üssü ve Komuta Kontrol Merkezi
Kara ve hava ateş destek vasıtaları, silahlı helikopter, hedef tespit ve istihbarat unsurları ile takviye edilmiş ve kontrolüne savaş ve nakliye uçakları tahsis edilmiş olarak, “Özel Kuvvetler Komutanlığı” Güney sınırımıza sıfır ve emniyetli bölgelerde tesis edilecek üs bölgelerine intikal ettirilmelidir. Komuta yeri ve harekât merkezi üs bölgesinde tesis edilmelidir.
Sınır ötesinde, Irak Merkezi Hükümeti, Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak Türkmenleri tarafından sağlanacak imkânlardan yararlanarak, özellikle Kandil çevresinde, havadan ikmal ve destek alabilecek ve hedeflere ulaşmayı kolaylaştıracak bölgelerde, tesis edilebilecek geçici üslerden de azami ölçüde yararlanılmalıdır.
Sınır ötesi operasyonların hedefleri, öncelik sırasına göre; Örgüt liderleri, Örgüt karargâhları, silah depoları, mühimmat depoları, iletişim sistemleri, ikmal noktaları, ulaşım vasıtaları, ikmal yolları, eğitim kadroları, eğitim merkezleri, silahlı örgüt üyeleri ve terör örgütüne destek veren örgüt elemanları olarak tespit edilmeli ve öncelik sırasına göre tasnif edilerek, her biri için gerekli kuvvet ihtiyacı çıkarılmalıdır. Etkisiz hale getirilecek hedeflere taarruzun yanı sıra keşif ve istihbarat temini ile hava bombardımanlarının idaresi ve etkilerinin tespit görevleri için de özel timler tahsis edilmelidir.
Planlama merkezden; müstakil hareket imkânına sahip en küçük birim olan “Özel Harekât Timi” seviyesinde, hedefleri, hedefe sevk tarih ve saati, sızma güzergâhı, sızma vasıtası, donanımı, kara ve hava ateş destek vasıtası tahsisi, hedefe taarruz zamanı, hedefte istenen etkiler, görev sonunda geri çekilme zamanı, üst-ast ve komşu birliklerle iletişim bilgileri ve koordinasyon esasları belirtilerek, her safhada bütün timler farklı uzaklıktaki aynı cins hedeflere aynı anda taarruz edecek şekilde yapılmalıdır.
Uygulama
Gizliliğe riayet bütün faaliyetlerin önüne geçmelidir.
Sevk ve idare ademî merkezi olmalıdır. Yani her hedefe tahsis edilen özel harekât timleri veya unsurları, merkezden yapılan planlamaya uygun olarak, kendi komutanları tarafından sevk ve idare edilmelidir.
İlk kademede kullanılabilecek özel harekât timlerinin tamamı, tespit edilen öncelik sıralarına uygun olarak hedeflere yeterli sayıda tahsis edilmeli, hedeflerin uzaklığına göre karadan, helikopterle taşınarak ve/veya helikopterden ve paraşütle hedef bölgelerine atılarak sızdırılmalı ve taarruzları eş zamanlı olarak icra ettirilmelidir. Görevlerini tamamladıktan sonra ana üslerine dönmeleri sağlanmalıdır. Her kademenin sınır ötesinde bulunma süresi tahsis edilen görevin yapılması ile sınırlı tutulmalıdır. Hedefine tevcih edilen güdümlü füze gibi her tim görevine odaklanmalı ve görev bitince ana üssüne dönüş yapmalıdır.
Tespit edilen bütün hedefler tamamen etkisiz hale getirilinceye kadar, mümkün olan sıklıkta ve gayri muayyen zaman aralıklarıyla azami sayıda özel timden oluşan kademelerin örtülü taarruz harekâtı devam ettirilmelidir.
6. SONUÇ
Kuzey Irak’a Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 1984, 1992, 1995, 1997, 2008, 2011 tarihlerinde, Kara Kuvvetlerinin düzenli birlikleri ile hedefi ve süresi sınırlı kara harekâtı icra edilmiş ve kesin sonuca ulaşılamamıştır.
Sınırlı harekâtlarda bölgeye hâkim devletlerin ciddi bir itirazı da olmamıştır.
Kürt meselesini kabullenmeden, köklü çözümü için girişimde bulunmadan, dış merkezleri kurutacak tedbirleri almadan, silahlı bölücü terörle sadece içerde yapılan mücadele ile kesin sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Köklü Çözüm İçin:
Hazırlanacak uzun vadeli stratejik plan çerçevesinde;
Öncelikle:
Kürt vatandaşlarımızın Devlete karşı aidiyet duygularını arttıracak, etnik ve kültürel değerlerinin tanınıp yaşanmasını sağlayacak ve yönetime katılma yetkilerini arttıracak yasal düzenlemeler öncelikle TBMM’den geçirilmelidir
Aynı Zamanda, Sınır ötesinde:
Kuzey Irak’taki Türkiye’yi tehdit eden PKK varlığını, bütün destek ve kullandığı imkânlarla birlikte tasfiye edinceye kadar, Uluslar arası antlaşmalardan doğan “Meşru Müdafaa” hakkı kullanılarak, Terör Örgütünün üslerine, özel kuvvetler ile asimetrik savaş prensiplerine uygun, örtülü taarruzi harekât uygulanmalıdır.
Sınır İçinde:
Silahlı Bölücü Terör unsurları ile mücadele, iç hukuk kuralları uygulanarak, bu kurallara göre de yetiştirilmiş özel harekât elemanları ile yapılmalıdır. 08 Eylül 2015
Adnan Tanrıverdi
Em. Tuğgeneral
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
Türkiye-Irak sınırı 5 Haziran 1926 tarihli Ankara antlaşması ile belirlenmiştir.[1]
Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra İngiltere ile üç yıla yakın bir süre yapılan görüşmeler ve Milletler Cemiyeti Adalet Divanı Kararı neticesinde Türkiye-İngiltere ve Irak arasında imzalanan ve üç fasıldan oluşan Ankara Antlaşmasının “Türkiye ile Irak Arasındaki İyi Komşuluk Münasebetleri”ni düzenleyen “İkinci fasıl”ın 9, 10 ve 11. Maddeleri, cürüm işleyen silahlı çeteleri, sınırın iki tarafında 75 kilometrelik bir alan içinde tarafların takip ve tedip etme, suçluları bir birlerine teslim etmeyi garanti etme imkânı vermekte idi. Antlaşma gereği ikinci fasıl imza tarihinden itibaren 10 yıl, yani 1936 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
İkinci Dünya Harbinin arkasından, Türkiye ile Irak arasında 29 Mart 1946 tarihinde “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması” imzalanmıştır.[2] İki devlet arasındaki sınırları düzenleyen Antlaşmaya ek 6 Numaralı Protokolün 25. Maddesi, 1926 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşmasının ikinci faslını tekrar yürürlüğe sokmuştur. Bu antlaşmayla da sınırların iki tarafındaki 75’er kilometrelik bölümlerde iki devlete birbirine haber vererek takip ve tedip hakkı verilmiştir.
Türkiye ile Irak arasında 15 Ekim 1984 tarihinde bir “Güvenlik Protokolü” daha imzalanmıştır. Bu protokole göre Türk askeri birliklerinin Irak makamlarından izin almaksızın Irak sınırından 5 kilometre içeri girme imkânı sağlamıştır. Bu protokol 1988 yılına kadar her yıl taraflarca uzatılarak devam etmiştir.
Irak’ın 02 Ağustos 1990 tarihinde haksız yere Kuveyt’i işgali üzerine ABD, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu koalisyon güçleri 17 Ocak / 28 Şubat 1991 tarihleri arasındaki Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmış, bu savaş sırasında Irak’ın güneyinde Şiiler, Kuzeyinde de Kürtler ayaklanmış, Irak yönetimi bu ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırınca Kuzeydeki Kürtler’in Türk hudutlarına yönelmesi ve 500 000 kişinin Türkiye’ye iltica etmesi sonucunda, Türkiye’nin talebi ile BM Güvenlik Konseyi harekete geçmiş ve aldığı 05 Nisan 1991 Tarih ve 688 sayılı kararla, “Güvenli Bölge” ilan edilmiştir. Bu kararla, Irak’ın askeri gücünün 36. paralelin kuzeyine ve 32. paralelin güneyine geçmesi yasaklanmıştır. ABD, İngiltere ve Fransa’nın başı çektiği, Almanya, Hollanda, Kanada, İspanya ve İtalya’nın oluşturduğu Birleşik Görev Gücü-Çekiç Güç vasıtası ile 36. Paralelin kuzeyini kontrolleri altına almışlardır. İkinci Körfez Savaşının başlamasıyla, yani 21 Mart 2003 tarihinde, Kuzey Irak’ta BM Güvenlik Konseyinin 688 sayılı kararının uygulayıcısı konumunda olan Çekiç Güç Türkiye’den ayrılmıştır.
20 Mart 2003 tarihinde İkinci Körfez Savaşını başlatan ABD ve İngiltere tarafında Irak işgal edilmiş ve işgal 15 Aralık 2011 tarihine kadar devam etmiştir.
28 Aralık 2005 Tarihli Irak Anayasası, Irak’ı Federal Bir Devlet ve Kürdistan Bölgesini ve mevcut organlarını da federal bir bölge olarak kabul etmiştir.[ 3] Anayasa merkezi hükümetin, “Bölgesel Kürt Yönetimi” Bölgesine, Irak Silahlı Kuvvetlerini sokmasını engellemiştir. Silahlı Kuvvetlerin dışında silahlı milis oluşturmayı da engellemektedir.