İç Siyaset
Cemaatin Darbe Girişimi ve İktidar Mücadelesi (27 Ekim 2015)
- Ayrıntılar
- Adnan Tanrıverdi tarafından yazıldı.
CEMAATİN DARBE GİRİŞİMİ
ve
İKTİDAR MÜCADELESİ
(2013-2014)
(04 Şubat 2014)
Kasım 2013 Başında dershaneler kapatılıyor yaygarası ile başlatılan Fetullah Gülen Cemaati eylemleri, devlet içindeki Cemaat örgütü vasıtasıyla, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Hükümetini yıpratarak siyasi istikrarın bozulmasını hedef almıştır.
Başlangıçta toplum tarafından anlaşılamayan girişimin boyutu 17 Aralık 2013 tarihinde “asrın yolsuzluğu” adı altında yargı ve emniyet operasyonları ile başlatılanın dış destekli büyük bir darbe girişimi olduğu bu gün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
18 Kasım 2013-29 Ocak 2014 tarihleri arasında, durumun henüz belirsiz olduğu dönemde, ASDER mail grubu içinde uyarıcı mahiyetteki mesajlarımı tarihe not düşmek amacı ile şiddetli muhalefet içeren muhatapların yazdıklarını atlayarak, 14 ayrı açıklama şeklinde ve tarih sırasına göre tekrar yayınlamayı uygun buldum. Mesajlarım olayları tasvir etmekten ziyade yöneldikleri hedeflere vurgu yaparak alınacak tedbirleri ifade etmek amacına dönük olmuştur. 27 Ekim 2015
18 KASIM 2013
(1)
Ülkemizde siyasi istikrarın devamını istiyoruz.
Barış sürecini destekliyoruz.
Başbakanın Diyarbakır gezisini özlediğimiz, geç kalmış, birleştirici, geniş ufuklu, çok cesur, çok önemli sosyal, siyasal ve hukuki sonuçları olacak, toplumsal barışı sağlayacak bir adım olarak görüyoruz.
Ergenekon davasının adil şekilde sonuçlanmasını istiyoruz. Yargılanan zihniyetin hortlaması ve hortlatılmasını istemiyoruz.
Eğitim sisteminin islahını istiyoruz.
Dershane sisteminin savunulmasını getirim kavgası olarak görüyoruz.
Dershanelerin, üniversite girişlerinde çıtayı yükseltmekten ve maddi imkân sahiplerinin şanslarını arttırmaktan başka bir fayda sağlamadığını, gençlerimizin eğitimine fazla bir katkısı olmadığını, özel okulların manevi değerlerin yerleşmesi için daha etkili olacağını düşünüyoruz.
Ülkenin devasa sorunları yanında dershane meselesini teferruat olarak görüyoruz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sadece Türkiye için değil İslâm Âlemi için Allah’ın bir lütfü olarak görüyoruz.
Liderliğini takdir, politikalarını tasvip ediyoruz.
İç ve dış politikada Türk Milletinin ve İslâm Âleminin eğik başını kaldırdığına, hakkın ve hakikatin sesi olduğuna, yerinin kolay doldurulamayacağına, kendisini hedef alanların niyetlerinin sorgulanması gerektiğine inanıyoruz.
Siyasi istikrarı bozacak hareket kimden gelirse gelsin yanlış, art niyetli, ülkenin hızını kesen, mihverini değiştiren, koalisyonlara ve milletin değerlerine düşman yönetimlere kapı açtığına inanıyor ve karşında durulması gerektiğini savunuyoruz.
Tepkimiz, yanlışa karşıdır.
Körü körüne Cemaatçilik yapılmamasını tavsiye ediyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
21 ARALIK 2013
(2)
Hizmetin temiz hadimlerine selam olsun. Bu kardeşlerimizin oynanan büyük oyunun farkında olmalarını umarım.
Fetullah Hoca Efendi, Ülke ve dünya çapındaki İslâmi çalışmalarından dolayı şahsi güvenliği riske girdiği için Türkiye’den ABD’ye göç etmedi mi?
ABD kendi çıkarlarını korumayan bir organizasyonun başının ve merkezinin kendi ülkesinde yaşamasına müsaade eder mi?
ABD İslam Dünyasında ve diğer coğrafyada, İslâm şuuru ile yetişecek yeni nesiller inşasında iddiası olan, yetiştirdiği dindar kadrolarla başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkede bürokraside bir güç oluşturan ve ABD aleyhine olarak İslâm Âlemi için çalışan cemaatin önderinin kendi ülkesinde barınmasına müsaade eder mi?
Hoca Efendi, ABD ve Batılı çıkar gruplarının aleyhine olarak, Türkiye‘nin ve İslâm Âleminin çıkarlarını öne çıkaran çalışmalar içerisinde ise, ABD’de güvenlik içerisinde olabilir mi?
Diğer taraftan;
Milletin seçip, devletin yönetimine getirdiği bir iktidarın devrilmesi için devlet bürokrasinde kadrolaşmış bir cemaatin iktidarın yıkılması için başlattığı eyleme CEMAAT DARBESİ denmez mi?
Bu iktidarın devrilmesi, Milletin ve ümmetin kazanımlarını geri götürmez mi?
Böyle bir darbeye siyasi iktidar ve bu ülkenin kendi iradesi ile yönetilmesini isteyen halkı müsaade eder mi?
Hizmet ehli kardeşlerimizin meseleye, dershane kapatmada özel girişime hükümet darbesi söylemi ve devlette temizlik operasyonu gözü ile bakmaktan biraz daha geniş açı ile bakmalarını umarım.
Mesele hak arama ve temiz yönetim boyutunu çoktan geçmiştir.
İktidarı götürme niyetine yönelmiştir.
Bu milletin çoğu iktidarından memnundur. Bu iktidarın, ileri sürülen bütün noksanlıklarına rağmen, muktedir olarak devamı Milletin ve Ümmetin menfaatinedir. Zayıflamasına sebep olanlar iki milyar Müslüman'ın vebalını üzerlerine alırlar.
Bu yazımı, tertemiz düşünceleri ile hizmete sarılan arkadaşlarıma ithaf ediyorum. Kendilerini aklıselime davet ediyorum.
Sevgi, muhabbet ve selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(3)
Kritik bir süreçten geçiyoruz.
Allah insanı evladıyla ve malıyla da imtihan eder.
Şimdi biz, bu güne kadar omuz omuza mücadele verdiğimiz kardeşlerimizle imtihan ediliyoruz.
Bizim dışımızda iki Müslüman kardeşimizin ihtilafa düşmesini istemeyiz. İkisi ile de dostluk ilişkimiz varsa, aralarını bulmak için uğraşırız. Ama silahlarını çekip bir birinin çanlarına kast ettiklerini gördüğümüzde, kötü olmayalım diye bir kenara çekilip sonucu bekleyemeyiz. Haklı olanın yanında ve yardımında olmak bize farzdır.
Fetullah Hoca Efendi ile Tayyip Bey arasında bir savaş başlamıştır. Cemaate mensup kardeşlerimiz işin ne kadarının farkında ve oynanan kirli oyunda ne kadar rol alıyorlar bilemiyorum.
Ama ABD ve batılı güçler, İslâm Âlemini kendileri aleyhine organize eden bir beyni kendi ülkelerinde barındırmazlar. Barındırıyorlarsa onu organize olduğu ülkede kendi emellerine uygun olarak kullanıyorlardır.
Kendini kullandırmak istemeyen beyinler de, kullanmak isteyen ülkelerin topraklarında barınmazlar. Güvenli bulmadığı için Türkiye’den nasıl ayrılmışsa oradan da ayrılmaları gerekirdi.
Fetullah Hoca Efendinin ABD, Hıristiyan ve Yahudi Dünyası ile İslâm âlemi ve Türkiye aleyhine kirli bir işbirliği içinde olduğu anlaşılıyor. Bana göre son olaylar bunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Hoca Efendi, Türkiye yargı ve bürokrasisinde kadrolaştırdığı elemanlarını, dershane ve yolsuzluklar gibi münferit bakıldığında hak verilebilecek sebepleri öne çıkararak, ama aslında batılı güçlerin istediği amaçları temin etmek üzere, Tayyip Bey Liderliğindeki AK Parti iktidarını devirmek için kirli bir savaşa sürüklemiştir.
Savaş kirli ve sinsidir.
Hedefi bütün politika ve icraatları ile TC ve Hükümetidir.
ASDER bu savaştaki yerini gün geçirmeden almalıdır.
Haklı olanın yanında safını belirlemelidir.
Zaman kritik bir zamandır.
Tarafımızın belirtilmesinin fitneyi büyüteceğini ileri süren arkadaşlarımız bulunabilir.
Aksine, haklı tarafın yanında yer almaz isek fitne büyür.
Sessizliğimiz yanlış yapanlara cesaret verir. Meselenin farkında olmayan cemaat mensuplarının yanlışlarını devam ettirmelerine sebep olur. Üyelerimizin de birbirleri ile mail savaşlarını devam ettirmelerinin önü alınmaz.
Bu savaş bir gün bitecek.
Haksız taraf galip gelirse iş işten geçmiş olacak. Ondan sonra, meseleyi düzeltmek için, tarafımızı belirlesek de bir şey yapamayacağız.
Haklı taraf kazanırsa, hakkın yanında bulunma kararlılığını gösteremediğimiz için hakkın imtihanından başımız eğik çıkacağız.
Sonuç;
Batılı güçler, Fetullah Gülen Cemaatini maşa olarak kullanarak TC Hükümetini yıkmak için birkaç yıldır gizli kapaklı uygulamalarla sürdürdükleri savaşı, açıkça sürdürmektedir.
Hükümet de bu tehlikeyi bize haber vererek iktidarını ve ülkeyi savunma refleksi içinde hareket etmektedir. Yani savaşın tarafı olarak açıkça cephe almış ve hedefi bize göstermektedir.
Bu savaş bizim misyon olarak savunduklarımız uğruna yapılmaktadır.
Haktan yana görünerek, Cemaat Lideri ve yakın çevresindekiler bizi kandırmışlardır.
BEN TARAFIMI BELİRLEDİM.
HÜKÜMET HAKLIDIR.
BAŞBAKAN HAKLIDIR.
BAŞBAKAN ÜLKE MENFAATLERİNİN VE İSLÂM DÜNYASININ MENFAATLERİNİN TEMİNATIDIR.
BU MİLLETİN VE ÜMMETİN EN BÜYÜK ŞANSIDIR.
BEN TAYYİP BEYLE, BAŞBAKANLA VE HÜKÜMETLE BERABERİM.
ASDER de vakit geçirmeden tarafını belirlemelidir.
Zaman tarafsızlık politikası uygulama zamanı değildir.
ASDER kimi haklı görüyorsa ona açık olarak güç vermelidir.
Fetullah Gülen mi?
Recep Tayyip Erdoğan mı?
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(4)
Rüşveti, mafyayı, yolsuzluğu savunmak mümkün değildir.
Halk bankasının yaptığı iş, ABD’nin İran’a koyduğu ambargoyu, Hükümetin politikaları doğrultusunda delme eylemidir.
Şimdi yargı önüne getirilen, doğruluğu kanıtlanırsa, bu büyük işten bir kısım uyanıklar şahsi menfaat sağlamaya kalkışmış. Tabii ki bunlar cezalarını alsınlar.
Ama Fetullah Hocayı kullananların amacı bu yolsuzluğun ortaya çıkarılması değildir. Ambargoyu delen Türkiye’nin ve Başbakanının cezalandırılmasıdır. Hoca efendi de aynı şeyi istiyor. Amacı yolsuzlukla savaş değildir. Amelde niyet eylemden önemlidir.
İşe sadece adli boyutundan bakarsak gerçek adaletsizliği yapmış oluruz kanaatindeyim.
Hükümetin yanında yolsuzlukların karşısında olmamız gerektiği düşüncesindeyim..
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(5)
Fetullah Gülen Hocanın;
Amerika’da bulunmasını nasıl yoruluyorsunuz?
Amerika yararına hareket etmeme seçeneği olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Dünyayı yönetme gayretinde olan bir ülkenin bu fırsatı değerlendirmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Ben Türkiye’ye zarar verdiğinin bilincinde olarak orada şuurlu bir şekilde kaldığını düşünüyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(6)
Meselenin gerçek yüzünü yaşananlarla önümüze serdiniz. Allah razı olsun.
Şimdi Cemaat, inançlı bir iktidara rağmen neden Yargıda, Emniyette, Bürokraside ve devlette kadrolaşmayı istiyor?
İktidarı neden sahibine teslim etmek istemiyor?
Bu kadroyu Başbakan kullanamayacaksa kim kullanacak?
Bu paralel kadrolaşmaya kim hükmedecek?
Cemaatin lideri Fetullah Hoca Efendi mi kullanacak?
Böyle bir niyeti varsa siyasete girer. Yetkiyi alır ve kullanır.
Kadrolaştığı devlette iradeyi elinde tutmayı neden istiyor?
Hükümet iradesini Fetullah Hoca Efendinin istemediği bir konuda kullanamasın.
Pekiyi Hoca Efendi nerede?
Amerika’da!
Amerika, Türkiye yargısında, yürütmesinde ve yasamasında bu denli kudreti olan Hoca Efendinin bu imkânlarını, Amerikan çıkarlarına uygun kullanılmasını sağlamadan, Hoca efendiyi Ülkesinde ikamet ettirir mi?
Hoca Efendi, elindeki imkânın Amerika’nın çıkarına kullanılmasına razı olmasa Amerika’da ikamete devam eder mi?
Ara bulma safhası çoktan geçmiştir. Sonra ne diyeceğiz, Yargıda Hoca efendi, Emniyette İktidar güç sahibi olsun mu diyeceğiz?
Hoca Efendi, korkarım hıyanet içindedir.
Meselenin gerçek yüzü Ülkemizdeki temiz hizmet ehline gösterilmelidir.
Hoca Efendinin elini ayağını Türkiye’den çekmesi sağlanmalıdır.
Ara formüller ülkemize huzur getirmez.
Cemaatlerin görevi, devlette kadrolaşmak için değil, devlet hiyerarşisi içinde dürüst görev yapacak insanlar yetiştirmek olmalıdır.
Bu denli kadrolaşmak istemesi anlaşılabilir gibi değildir.
Bundan vazgeçmeyeceklerine göre pasifize edilmelidirler, itibarsızlaştırılmalıdırlar.
Bu zihniyetten ne Türkiye’ye ne de İslam Âlemine fayda gelmez.
Arabuluculuğa da, meselenin çözümüne de ASDER ’in gücü yetmez.
ASDER doğru tarafta yerini alırsa görevini yapmış sayılır.
Sivil toplumu doğru tarafa toplama gayreti içinde olursa vazifesini yapmış olur.
ASDER fevkalade önemli bir karar vermek zorundadır.
Mücadele başlamıştır.
Haklı tarafla birlikte mücadeleye katılmalıdır.
Sevgi ve selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
23 ARALIK 2013
(7)
Fevkalade iyi niyetlisiniz.
Bu mesele bir iç mesele olsa, belki diyalogla çözülebilir.
Mesele dış mesele ve ihanet boyutunda görünüyor.
Bazıları su-i zan olur diye düşünüyor.
Kanaatim açık ve net bir şekilde şudur ki;
Fetullah Hoca Efendi dış güçlerle iş birliği halinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ikinci darbe girişiminde bulunmuştur.
Hükümet darbeyi önlemek için tedbirler geliştiriyor.
Hakemle, diyalogla sorun çözülemez.
Dış güçlerin operasyonunda görev alan kim olursa olsun, bu millete ve ümmete düşmanlık etmektedir.
Yapmamız gereken, İktidarın safında yer alarak, önce temiz hizmet hareketinin ABD’den yönetilmesinin önünü kesmek, müteakiben de hizmetin temiz insanlarını ikna ederek sistemlerinin ticaretin ve siyasetin dışına çıkaracak yeni bir örgütlenmeye gitmeleri gerektiğine inandırmak olmalıdır.
Bunun için;
Sivil toplum ve meslek kuruluşları, yolsuzlukla mücadele düşüncelerini ikinci plana iterek (o zaten yolunu aldı gidiyor), Hükümetin safında yer almalıdır.
Siyasi istikrarın yanında münferit yolsuzluklar teferruattır, önemli olan uluslararası girişimleri ve buna payanda olanları önlemektir diyerek hükmünü açıklamalıdır.
Bu tutum, safiyane bir tarzda hizmet içinde bulunan arkadaşlarımızın tamamına yakınının aklını başına getirecek veya etkisiz hale sokacaktır. Sonra da hizmet harekâtının yeniden dizaynı için girişimlerde bulunulmalıdır.
Böyle yapmayıp da arayı bulmak için çaba harcamak,
Hizmete temiz düşüncelerle katılan kardeşlerimizin de Cemaatin ABD merkezi ile kenetlenmesine sebep olacak ve hükümetin devrilmesi için var gücü ile çalışacaklardır.
Eğer, hükümet hâkimiyeti sağlar ise, kenetlenmiş temiz insanlar da bu operasyonlardan zarar görecekler.
Biz de bu gelişmeleri ah vah çekerek seyretmekten başka bir şey yapamayacağız.
Bu işi planlayan dış güçler de ellerini ovuşturacaklar.
Sinmek daha kolay olduğu için fitneye sebep olmayalım kalkanı arkasına sığınmayı çözüm zannedenler veya Cemaat ehli olanların dolduruşuna gelerek reaksiyon gösterme ihtimali olan kişi ve kurumları pasifize etmek isteyenler var.
Biz de pasif kalırsak, dış güçlerin desteklediği cemaat ile hükümet hesaplaşacak, biz de bu ataletimizin hesabını kendimize bile veremeyeceğiz.
Açıkça Hükümetimizin yanında yer almalıyız.
Dış güçlerin hesaplarının bozulması ve hizmete kendini adamış kardeşlerimizin de zarar görmesini önlemeliyiz.
Durumu doğru tespit edelim.
Doğru tarafta yerimizi alalım.
Cesaretli adımlarımızı atalım.
Ondan sonra Rabbimizin takdirini bekleyelim.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
23 ARALIK 2013
(8)
Eğer Bir Cemaat;
Ulusal ve uluslararası şirketler kurup yönetiyorsa,
Devlette kadrolaşıp iktidara ortak olmaya çalışıyorsa,
Bu cemaatin başı dünyayı yönetme gayretinde olan, gerektiğinde müttefiki devlet adamlarını bile gizli dinleyen bir ülkede ikamet ediyorsa,
Süper güçlerin Ülkemiz aleyhine başlattığı uluslararası bir operasyonla aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine yönelik sözüm ona bir yolsuzluk operasyonu başlatıyorsa,
Bu cemaat dini cemaat olmaktan çıkmış ve en hafifinden bir ticari şirket ve siyasi parti kisvesine girmiş demektir.
Bu şirketin ve siyasi partinin Amerika’dan yönetilmesi, temiz dini duyguları ile hareket eden cemaat mensuplarına, milletimize ve ümmetimize zarar vermektedir.
Şahsen bu irtibatın koparılması için hükümet tarafından başlatılan girişimlerin desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Yolsuzlukla mücadele ayrı önemli bir konudur. Onun mecrası açık bırakılmalıdır.
Düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmayı bir borç bildiğim için yazıyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
24 ARALIK 2013
(9)
Dışarıdan yönetilen bir hizmet, faaliyet, harekât, hayırlı bile olsa, dış güçlerin tasallutuna uğrar, kontrolüne girer, siyasete de bulaşmışsa milli çıkarlara zarar verir.
Dış güçlerin amaçlarına hizmet etmeye başlar.
Masum hizmet ehlini kullanır.
Geçmiş hizmetler bu gerçeği değiştirmez.
Bu gerçek anlaşılmalı ve yurt içindeki hizmet organizasyonunun dışarı ile irtibatı kesilmeli, siyasetten elini çekmesi sağlanmalıdır.
Son yapılanlar dış güçlerin ülkemiz yönetimine karşı başlattığı darbe girişimidir.
Hizmetin dış merkezi buna alet olmuştur.
Bu hata geçmişteki bütün güzel şeyleri siler süpürür.
Geçmişte hizmet ettim diye kimsenin buna hakkı yoktur.
Hayatın içindeyiz.
Bu ülke en rüşvetsiz dönemine bu yönetim zamanında girmiştir.
Yolda, belde, karakolda, maliyede, kabristanlarda, hastanelerde, belediyelerde yaşananları unutmayalım.
Rüşvetçi ilan etmek bühtandır.
Münferit suçlu varsa cezasını görür.
Buna çağın yolsuzluğu denmez.
Bizim önce istikrara ihtiyacımız var.
Bunu bozmak isteyen olursa bu milletin elleri onların yakasındadır.
Bu töhmetten onları kimse kurtaramaz.
Aklımızı başımıza alalım.
Milletin kaderi ile oynamayalım.
Bir asırdır hasretini çektiğimiz bir yönetime sahip olduk.
Kim bunu devirmek isterse karşına dikilmek bizim vazifemizdir.
Hizmet uluslar arası boyutunu milli menfaatlere uygun olarak yürütebiliyorsa başımızın tacıdır.
Yürütemiyorsa milli bünye içine dışarıdan müdahaleyi engellemelidir.
Adnan Tanrıverdi
20 OCAK 2014
(10)
Mensubiyet bazen hakkı perdeleyebilir.
Haksız olduğunu bilerek taraf tutmanın vebali büyüktür.
Rabbim kişinin son nefesteki imanına bakar.
Önceki iyi amelleri etki eder ama iman nasip olmamışsa ahireti perişan olur.
Hâkim de, kadı da karşısına gelen mesele ve cürüm hakkında, işlendiği anda tarafların pozisyonuna bakarak karar verir.
Fiilleri değerlendirirken işlendiği zaman çok önemlidir.
Şu anda arada olmak, tarafsız kalmak meseleye müspet etki edemez.
“Tarafsız olmak bertaraf olmaktır” sözü her halde tam benzer durumlar için söylenmiştir.
İstikrarı talep etmenin hakkın da yanında olmak demek olduğunu düşünüyorum.
Ben de şahsen size, bizim gördüğümüz hakka tabi olamıyorsanız, en azından tarafsız olun çağrısını yapmak istiyorum.
Aksi takdirde yanlışı savunuyormuşsunuz gibi geliyor.
Devlet içindeki örgütlenmeye sahip çıkmamalısınız.
Çok kritik dönemdeki yolsuzluk operasyonlarını savunmamalısınız.
Suriye’ye devletin kontrolünde gönderilen TIR’lara yapılan operasyonları savunmamalısınız.
Devletteki paralel kadrolaşmayı savunmamalısınız.
Aksi takdirde, yanlış gördüğümüz bu işlerin arkasında Cemaat varmış izlenimini verirsiniz.
İstikrarı savunmak varken neden kargaşaya talip oluyoruz?
Ülkemizin, Müslümanların huzur içinde yaşamasına imkân veren bir iktidar varken neden Türkiye’yi bize dar eden siyasilerin ekmeğine yağ sürmeye kalkıyoruz?
Yanlışı göre göre, sessiz kalamam.
Hakkın yanında olduğumu düşünüyorum.
Bu ortamda sessiz kalmanın veya suya sabuna dokunmamanın vebal getireceğini düşünüyorum.
Bu safhada hakemlik, kaleye giren topun gol mü ofsayt mı olduğunu söyleyecek hakemliktir. Hakemlik tarafların doğru ve yanlışlarını sayıp dökmek değildir. O iş hakemlik değildir. Taraftarlar zaten yeteri kadar, hem de tek taraflı olarak tarafların yanlışlarını sayıp dökmektedirler.
Bu zamanda hakemlik doğrunun ve hakkın yanında olmaktır.
Selamlarımla.
Adnan TANRIVERDİ
26 OCAK 2014
(11)
Kendinizi çok zorlamışsınız.
Gerçeği görmemek için çaba sarf ediyorsunuz.
Dün gece her cemaate mensup çok sayıda kanaat önderinin ve 150 Sivil Toplum Kuruluşunun temsilcilerinin katıldığı, Başbakanımız ile 3 saate yakın istişare toplantısı yapıldı. İstisnasız herkes Dış merkeze cemaat değil örgüt diyor. Katılanlar tehlikeyi fark etmişler. Kitle halinde Başbakan’ın arkasında kenetlendi.
Mesele maalesef sizin tasavvurunuz gibi değil.
İşin en doğrusu, İslâmi hassasiyetleri ile hizmete gönül vermiş dostlarımızın ABD’deki merkezle ve oraya bağlı organizasyon ile irtibatlarını kesmeleridir.
Başımızı başka yöne çevirmeyelim.
Gerçeği görmemek için çaba sarf etmeyelim
Belki bazı arkadaşlarımız alınıp kırılacaklar.
Ama doğruları bir an önce görmeliyiz.
Kabahati başkasına bulmak, her olanı Ergenekon’un üstüne atmak, bizi fazlası ile saf konumuna düşürmez mi?
Selamlarımla
Adnan Tanrıverdi
27 OCAK 2014
(12)
Bana göre her şey açık ve nettir.
Gırtlağına kadar siyaset ve ticarete girmiş bir oluşuma dini cemaat diyemem.
Merkezi ve beyni, dünya liderliği iddiasındaki bir süper gücün ülkesinde bulunan bir oluşumun, ülkemizdeki gizli örgütlenmesini milli iradenin temsilcilerini devirmek için harekete geçirmesini masum göremem.
Bu oluşumu göz ardı edip suçu Ergenekon’a atmayı hedef saptırmak olarak kabul ederim.
Birleşmiş Millet Teşkilatını bile İslâm Dünyasını sömürecek şekilde teşkil eden ve kontrolüne alan, İsrail’i İslâm Dünyasının kalbine bir ileri karakol olarak yerleştiren Haçlı zihniyetinin, kendi topraklarındaki bir beyni kullanmayacağını düşünemem.
Bu zihniyete hizmet etmek istemeyen bir iradenin hala burada kalmakta ısrar etmesini makul göremem.
Bu tabloyu bırakıp da dikkati başka oyunlara teksif etmeyi doğru bulamam.
Canlandığı takdirde Ergenekon zihniyetinin Türkiye için tehdit olmadığını hiç söylemedim. Bilakis bunu, kimse söylemezken ben söyledim.
Sudan sebeplerle, iktidarı yıpratmak, halkın gözünden düşürmeye gayret etmek, istikrarı bozup ülkeyi koalisyonlara mahkûm etmek, Ergenekon’un ekmeğine yağ sürmek değil midir?
Oyun apaçık oynanırken, suçu Ergenekon’un üzerine atarak, esas sorumluları masum göstermek bizi tarihin önünde mahkûm etmez mi?
Ben yanılırsam özür dilemesini bilirim.
Ama bu gün Milli İradeyi temsil eden, Siyasi istikrarın güvencesi durumunda bulunan, seçerek iş başına getirdiğimiz, halkın vicdanı mesabesindeki Sivil Toplum Kuruluşlarının kitle halinde desteklediği Siyasi İktidarın arkasında olmayı vicdanî, milli, dini ve insani bir görev olarak kabul ediyorum.
Ne cemaatle, ne iktidarla şahsi menfaat birliğim de, hasmane bir ilişkim de yoktur.
Her devlette, her iktidar döneminde olabilecek kişisel kusurları, ahlâki olduğu tartışılan usullerle tespit edilen, kişilerin yanlışlarını, asrın yolsuzluğu adı altında lanse ederek, Devlet içindeki gizli örgütlerini harekete geçirip iktidarın yıpratılmasını hiçbir şekilde doğru bulmuyorum.
Kasıtlı, toplum menfaatine zararlı, Türkiye’yi ve İslâm Dünyasını hedef alan Uluslararası Güçlerin işine yarayacak girişlimler olarak görüyorum.
Bu dış merkezin safiyetine inanmamız için;
Dış Merkezin bizzat kendisinin, Türkiye’deki Hizmet Hareketi ile ilişkisini kestiğini açıklaması,
Dış merkezin Holding yöneticisi gibi ticari işleri takip etmekten vazgeçmesi,
Türkiye içindeki Hizmet hareketinin Devletteki paralel kadrolaşma (Yargıda, emniyette, askeriyede, Bürokraside) ile hiçbir ilgilerinin olmadığını açıklamaları ve İktidarın bu kadrolarla hukuk içindeki mücadelesine muhalefet etmemeleri,
Hizmetin temiz mensuplarının, yanlışlara sahip çıkmaktan vazgeçmesi,
Hizmetin organı olarak bilinen basın ve yayın kurumlarının iktidar aleyhindeki menfi yayınlarını durdurmaları ve Devlet içindeki paralel kadroların girişimlerini savunmamaları,
Devlet içindeki paralel yapının, kendilerini kadrolaştıran iradeden emir almaktan vazgeçip, kendilerini pasifize edip, siyasi istikrarı bozucu menfi eylemlerine son verip, Devlet Hiyerarşisinin kontrolüne girmeleri gerekir.
Bu girişimi gördüğümüz zaman biz de, yanılmışız, bunlar gerçekten din hizmetinde bulunan cemaatmiş deriz.
Vesselam.
Adnan TANRIVERDİ
27 OCAK 2014
(13)
Yolsuzluklar konusundaki hassasiyetinizi anlıyorum.
Başbakanımızı destekleme konusunda ısrarımın sebebi;
12 yıldır 10’dan fazla kriz atlattık. Her bir krizi tereyağından kıl çeker gibi, çok hassas, süratli, milli ve manevi değerlere faydalı bir şekilde çözdü.
Bazılarına başlangıçta tepki gösterenler oldu.
Ama sonunda, insaflı olan herkes hak verdi.
İnanıyorum ki, bu kritik dönemi de hukuk çizgisinde atlatmamızı sağlayacak.
Devlet içinde örgütlenenlere de hukuk dışı (yani Ergenekon’un yaptığı gibi yargısız devletten uzaklaştırarak değil) davranmayacak.
Ama etkisiz kılacak. Yani başka merkezlerin kontrolünden çıkaracak ve pasifize edecek.
Bu hassas dönem geçtikten sonra da, yolsuzluk yapanların çanına ot tıkayacak.
İnisiyatifi elde ettikten sonra yolsuzlukla mücadeleyi birinci önceliğe alacak.
Bir liderde bulunması gereken en önemli iki vasfa Başbakanımız sahip. Meseleleri süratle kavrayıp ileri görüş sağlayan FERASET ve doğru bildiğini hayatı pahasına uygulamaya koyma CESARETİ. Buna ŞEFFAFLIĞI da ekleyebiliriz.
İşte ben böyle LİDERE Ülkemizin ve İslâm Dünyasının ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Ciddi krizler karşısında dostun dosta davrandığı gibi davranılması gerektiğini düşünüyorum. Dost olmayanların ve art niyetlilerin hücum ettiği zamanda, eksikleri sayıp dökmek uygun olmaz.
Kenetlenmemiz gerekir. Büyük resme göre hareket etmek gerekir.
İslâm Dünyası bir eşik atlama safhasında, bu safhada her türlü sorumluluğu yüklenecek bir lider bulmuşuz kıymetini bilmemiz gerekir.
Tökezletmek isteyenlere müsamaha etmemeliyiz.
Allah hakkımızda hayırlısını nasip eder inşallah.
Selamlarımla.
Adnan TANRIVERDİ
29 OCAK 2014
(14)
Yolsuzluğa takılan arkadaşlar,
Bu karar %60 civarı hayat pahalılığı demektir. Yani %62 enflasyon.
Şimdi bu kaybımızı kim cebimizden aldı?
Ülke ekonomisine kim zarar verdi?
Dövizle iş yapan esnafı, iş adamını kim zarara soktu?
Piyasaları kim allak bullak yaptı?
Arkasından bir de siyasi kriz gelirse ne olur?
Koalisyonlara dönersek, haftalarca, aylarca hükümetler kurulamasa, kurulan hükümetlerin ömrü 6 ay-bir sene olursa, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri hayat, iç ve dış itibarımız ne olur acaba?
Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeleri anlattığımızı zannederken, bazı değerlendirmelere bakınca, kendi kendime “az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” demekten kendimi alamıyorum.
Rabbim cümlemizin ferasetini arttırsın.
Adnan TANRIVERDİ
ASSAM Yönetim Kurulu
ASSER Onursal Bşk.
Çözüm Sürecinde Alınması Gereken Tedbirler (10 Nisan 2015)
- Ayrıntılar
- Adnan Tanrıverdi tarafından yazıldı.
ÇÖZÜM SÜRECİNİN ULAŞTIĞI AŞAMADA
ASDER-ASSAM RAPORU
(Bu değerlendirme kitap olarak basılan ?Çözüm Sürecinin Ulaştığı Aşamada ASDER-ASSAM Raporunda? ?Sunum? olarak yer almıştır.)
(10 Nisan 2015)
İslâm Dünyasının en dağınık ve bölünmüş / parçalanmış durumda olduğu bir dönemin içinden geçtiğini söyleyebiliriz. Tarihçiler bu yüzyılı yazarken, İslâm Dünyasında ?İlan Edilmemiş Üçüncü Dünya Savaşının? hüküm sürdüğünü yazacaklardır. Öyle bir savaş ki, İslâm Devletlerini oluşturan topluluklar, kendi vatanlarında etnik veya mezhepsel farklılıklara göre cephelere ayrılarak, birbirlerini yok etmek için bütün imkânlarını, sağlayabildikleri dış desteklerle birlikte kullanmaktadırlar.
Dünya hâkimiyeti mücadelesi veren emperyalist süper güçler; sağladıkları hâkimiyeti devam ettirmek, enerji kaynaklarının, enerji ulaşım hatlarının, kara, deniz ve hava ulaşım güzergâh ve merkezlerinin etkili bir şekilde kontrolünü devam ettirmek, mevcut askeri üs ve tesislerinin emniyetle devamını sağlamak, sanayi üretimleri için pazar potansiyelinden azami ölçüde yararlanmak, yüksek savunma harcamalarını finanse etmek, egemenlik bölgelerindeki ülkelerin yönetimlerinin kendi kontrolleri dışına çıkmalarını engellemek maksatlarıyla; İslâm Ülkelerinin etnik ve mezhepsel farklılıklarını olabildiğince tahrik ederek, bölünmelerin ve farklılıkların ihtilaf haline dönüşmesini sağlayacak şekilde, ekonomik, teknolojik, siyasi, askeri, iletişim ve bilişim gücünü kullanarak, İslâm Ülkelerinin kendilerinden olan unsurlarını azami ölçüde ve kışkırtıcı şekilde destekleyerek çatışmalarını sağlamak, çatışma ortamının oluşması için provokasyonlar düzenlemek suretiyle, İslâm dünyasına karşı ilan edilmemiş, gizli, sinsi, kirli ve asimetrik yöntemlerin uygulandığı bir savaş uygulamaktadır. Buna ?ilan edilmemiş kirli üçüncü dünya savaşı? diyebiliriz.
Devamını oku: Çözüm Sürecinde Alınması Gereken Tedbirler (10 Nisan 2015)
Anayasa Mahkemesinin Balyoz Davası Kararı (01 Temmuz 2014)
- Ayrıntılar
- Adnan Tanrıverdi tarafından yazıldı.
ANAYASA MAHKEMESİNİN
BALYOZ DAVASI KARARI
Balyoz Hükümlülerinin tahliyeleri üzerinden iki hafta geçti.
Toz duman dağıldı.
Tahliye olan askerlerin serbest kaldıktan sonraki hassas psikolojik durumları da yerini sükûnete bıraktı. Tahliye meselesi de basının gündeminden indi.
Çeşitli boyutları bulunan tahliye meselesini serinkanlı olarak değerlendirme zamanı geldi.
Meselenin farklı boyutları bulunmaktadır.
-
Silahlı kuvvetlerdeki darbeci gelenek ve Balyoz Planı,
-
Balyoz İddianamesi ve tutuklamalar,
-
Yargılama süreci, Özel Yetkili Mahkemenin, Yargıtay?ın, Anayasa Mahkemesinin ve Yetkili Mahkemenin Kararları,
-
Sürecin Asker Mağdurlarına Askeri, Sivil ve Yüksek Yargının yaklaşımı,
-
Yargımızın bağımsızlığı, tarafsızlığı ve Adalet dağıtmadaki becerisi,
Bu meseleleri yaşadığımız süreç içinde tekrar hatırlamamızda fayda bulunmaktadır.
ÜLKEMİZDEKİ DARBECİ GELENEK:
Ülkemizde 27 Mayıs 1960 Darbesinden başlayan bir askeri darbe geleneğinin bulunduğu bir vakıadır. Bu geleneğin devam etmesinin ana nedeni, her darbeyi yapan kadronun aktif görevi bırakmadan önce yeni bir cunta oluşturması ve görevi ona teslim etmesidir. Bunda hem eski darbecilerin kendilerini garantiye alma içgüdüsü hem de Milletin İradesini askerin kontrolünde tutma işgüzarlığı birlikte bulunmaktadır.
Cumhuriyet Döneminin İslâmi uyanışı tehdit gören laik ideolojisi, bürokraside ve Silahlı Kuvvetlerde etkili bir şekilde kadrolaşmasını tamamlamış ve oluşan Bürokratik yapı kendini hep Milletin iradesinin üzerinde görmüştür. Bu ideolojiyi merkeze alan siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da Devlet bürokrasisi ve Silahlı kuvvetler ile birlikte hareket etmiştir.
Darbeci zihniyet işi o kadar aleniyete dökmüş ki ?halkın %99?u istese de bizim kabul etmediğimiz bir değişikliğin olması Türkiye?de mümkün değildir.? söylemini açıkça ifade etmekten çekinmemiştir.
Gerektiğinde darbe yapabilmek için yetkiler de Anayasa ve yasalara, darbecilere hesap sorulmasını engelleyecek, uygun şekillerde yerleştirilmiştir.
Oluşturulan bu ortamda darbeciler, Millete, Vatana ve Devlete hizmet ederken bize ne hakla hesap soruluyor diye sorabilir hale gelmişlerdir.
Bu pencereden bakanlar için darbe diye bir vakıa yoktur. Hizmet yapmak için olağanüstü risk ve sorumlulukları Devlet için alma fedakârlığı vardır.
Darbe hesaplarını alt üst eden ise, Milletin desteğini bir parti üzerinde uzun süre toplayarak siyasi istikrar istemesi ve görevlendirdiği sivil iradenin de istikrarın bozulması için kurulan tuzakları ortadan kaldırarak hesap sorma konumuna geçmesidir.
Darbecilerin yargılanmalarında bu gerçekleri göz ardı etmemek gerekmektedir.
BALYOZ SEMİNERİ[1];
ABD?nin Irak?ı işgale (işgal:19 Mart 2003) hazırlandığı; işgalde görev alacak koalisyon güçleri için, Türkiye topraklarının kullanılması amacıyla, henüz dört ayını dolduran ve Parti Liderini TBMM?ne sokma gayreti içinde bulunan (09 Mart 2003 de Milletvekili, 15 Mart 2003 Başbakan) genç TC hükümetine yoğun bir şekilde baskı yaptığı; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak?a gönderilmesi ve yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye topraklarını kullanmasına izin verilmesi konusundaki Tezkere?nin TBMM?de oylandığı (01 Mart 2003) kritik bir dönemde, 05-07 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu komutanlığınca, Kara Kuvvetleri komutanlığının emirleri hilafına, Geri Bölge Emniyeti örtüsü altında BALYOZ HAREKÂT PLANI SEMİNERİ icra edilmiştir.
Tüm Millet 01 Mart Tezkeresinin TBMM?den geçmemesi için ayağa kalkmışken 1. Ordu Komutanlığının Darbe hazırlığı ile uğraşması, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine geçecek ibretlik bir olaydır.
BALYOZ DAVASININ AÇILMASI[2];
Zamanın Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu?nun ?FATİH? isimli bir bavul içinde 2229 sayfa doküman, 19 adet CD ve 10 adet teyp kasetinden oluşan belgeleri ?İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı?na teslim etmesi ile soruşturma başlatılmış ve BALYOZ DAVASI 29 Ocak 2010 tarihinde açılmıştır.
BALYOZ İDDİANAMESİ[3];
196 kişi hakkında hazırlanan 968 sayfalık BALYOZ İDDİANAMESİ 06 Temmuz 2010 tarihinde özel yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine teslim edilmiş ve iddianame Mahkemece 23 Temmuz 2010 tarihinde kabul edilmiştir.
2229 Sayfa dokümanın 1077 sayfası 12 Eylül 1980 Darbesinde uygulanan ?Bayrak Harekât Planı? ve eklerinden oluştuğu, 1077?den 2229 uncu sayfaya kadar olanların ise dava ile ilgisi olmayan başka planlara ait olduğu tespiti yapılmıştır.
19 adet CD ve 10 adet teyp kasetinin çıktıları alınarak belgeye dönüştürülmüş, bu belgeler 50 klasörde tasnif edilmiş, 2229 orijinal belge, 19 CD ve 10 Teyp Kaseti Emanete alınmış, belgelerin suretleri çıkarılarak İddianameye eklenmiş, CD?lerden 11, 16 ve 17 numaralılarının BALYOZ HAREKÂT PLANI ile ilgisi olduğu belirlenmiştir.
19 adet CD?nin delil vasfının olup olmadığının tespiti için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görevlendirdiği TUBİTAK?tan iki ayrı, 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından görevlendirilen ve askerlerden oluşan dört ayrı bilirkişi heyetinin raporları ve Emniyet Genel Müdürlüğü Uzmanlarının hazırladığı rapordan, CD?lerde dosyaların oluşturma ve kaydetme tarihlerinin 2003 yılı ve öncesine ait olduğu; 05-07 Mart tarihlerinde icra edilen Seminerin ses kayıtlarından da seminerde Balyoz Harekât Planının görüşüldüğü kaydedilmiştir.
Balyoz İddianamesinde;
Zamanın 1. Ordu Komutanı tarafından ?28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AK Partinin tek parti olarak iktidara gelmesi ile beraber, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı ve bu nedenle Balyoz Komutanlığının İç Hizmet Kanununun kendisine verdiği Türkiye Cumhuriyet?ini kollama ve koruma görevinin gereği olarak bu harekât planını hazırlayıp kurulan hükümetin yıkılması ve yerine milli mutabakat hükümeti adı altında yeni bir hükümetin kurulması yönünde çalışma başlatıldığı;
Öncelikle 1 inci Ordu Komutanlığı bünyesinde görev yapan bazı general ve üst düzey subaylarla görüşülerek bu hususta anlaşmaya varıldığı;
1 inci Ordu sorumluluk sahası içinde bulunan Harp Akademileri Komutanı ve Donanma Komutanı ile temas kurulduğu ve anlaşma sağlandığı;
İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanlarıyla da temas ve anlaşmanın sağlandığı;
Ordu bünyesindeki hiyerarşik yapı dışında bu amacı gerçekleştirmek için farklı bir yapılanma oluşturulduğu;
Hükümeti yıkmaya yönelik Balyoz Hareket Planı adı altında çok kapsamlı ve bir o kadar da ayrıntılı bir plan hazırladığı;
Balyoz Güvenlik Harekât Planının;
-
İstihbarat Toplama Faaliyetleri,
-
Askeri Müdahale için Zemin Hazırlama Süreci,
-
Askeri Müdahale,
-
Milli Mutabakat Hükümeti ( Yeniden Yapılanma),
-
Seçim,
Olmak üzere bir birini takip eden beş safhadan meydana geldiği;
İstihbarat toplama faaliyetlerinin yürütüldüğü dikkate alındığında planın icraya konulduğunun düşünülebileceği;
Balyoz Güvenlik harekât Planına ek olarak bazı Jandarma Komutanlıkları tarafından kargaşa çıkarmak amacıyla Sakal ve Çarşaf; Deniz ve Hava Kuvvetlerinde görevli bazı şüpheliler tarafından Yunanistan?la gerginlik yaratarak Sıkıyönetim zemini oluşturmak üzere hazırlanan Oraj ve Suga; Müslüman bir dini grubun liderine karşı kullanılmak üzere jandarma görevlileri tarafından hazırlanan Döküm; gayrimüslim dini lider ve iş adamlarına karşı uygulanmak üzere Sakal-2, darbe karşıtı akademik kadroya karşı uygulanmak üzere Tırpan; Ermeni basın mensuplarına karşı kullanılmak üzere Orak; darbe karşıtı sağ kesime karşı Yumruk; darbe karşıtı sol kesime karşı Kürek; darbe karşıtı liberallere yönelik Testere isimli eylem planlarının hazırlandığı;
Bu planlardan Tırpan hariç diğerlerinde hedef şahısların isim isim belirlendiği, yine tüm planlarda hangi personelin görevli olduğunun ismen belirtildiği, bu planların icrasında görevlendirilenlerin hepsinin asker kişiler olduğunun tespit edildiği;
Belirtilerek, 5271 Sayılı CMK?nın 250-252. maddeleri gereğince şüphelilerin yargılamaları yapılarak cezalandırılmalarına karar verilmesi talep edilmiştir.
Askeri casusluk ve şantaj" soruşturması kapsamında 6 Aralık 2010 tarihinde Gölcük Donanma Komutanlığı'nda İstihbarat Şube Müdürlüğü odalarında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen aramada, İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne ait odanın döşemelerinin altındaki gizli bölmede, 10 adet poşet içinde çeşitli dini ve siyasi içerikli yayınlar, gizli kamera düzenekleri, ses yayın cihazları, video, teyp ve mikro kasetler, CD-DVD, seçmen listeleri, fişleme niteliğinde dokümanlar ve 5 adet hard disk ele geçirilmiş; bu soruşturmaya sebep olan 143 sanık hakkında 11 Kasım 2011 tarihinde dava açılmış, hazırlanan iddianame 10. Ağır Ceza mahkemesince 23 Kasım 2011 tarihinde kabul edilerek Balyoz Davası ile birleştirilmiştir.[4]
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerince Emekli Hava İstihbarat Albay Hasan Büyük?ün Eskişehir?deki evinde 21 Şubat 2011 tarihinde yapılan aramada, Balyoz Davası Konusu Suga ve Oraj Harekât planı kapsamında bilgilere ulaşılmış, olayla ilgili 28 sanık hakkında hazırlanan iddianame 28 Haziran 2011 tarihinde İstanbul 10. Ağır ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve dosya 03 Ekim 2011 tarihinde Balyoz Davası ile birleştirilmiştir[5].
Üç iddianamenin birleştirilmesi sonucunda BALYOZ DAVASININ sanık sayısı 367 olmuştur.
BALYOZ TUTUKLAMALARI[6];
Dava açıldıktan sonra bir kısım Balyoz Sanıkları 22 Şubat 2010 tarihinde gözetim altına alınmış, ilk sorgularını müteakip çıkarıldıkları mahkeme tarafından bazıları 26 Şubat 2010 tarihinde tutuklanmış, itiraz üzerine 01 Nisan 2010 tarihinde tahliye edilmişlerse de Nisan sonunda tekrar tutuklanmışlardır.
İddianamenin 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafında kabulünden sonra da Balyoz sanıklarının tamamı 24 Temmuz 2010 tarihinde tutuklanmışlar itirazlar sonucunda tekrar tahliye edilmişler, ?Askeri Casusluk ve Şantaj Davası? ile birleştirilmesini müteakip 11 Şubat 2011 tarihinde tekrar tutuklanmışlar ve dava süresince tutukluluk halleri devam etmiştir.
BALYOZ KARARI[7];
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 21 Eylül 2012 tarihinde Balyoz Planı davasının kararını vermiş, 1435 sayfadan oluşan Gerekçeli Karar ise 07 Ocak 2013 tarihinde açıklanmıştır.
Gerekçeli Kararda tüm dijital verilerin gerçek olduğu kanaatine varıldığı için Mahkeme tarafından ayrı bilirkişi heyeti oluşturulmadığı; sanıklar ve müdafiler tarafından, dosyaya rapor düzenleyen bilirkişiler ile zamanın KKK Em. Org. Aytaç Yalman ve zamanın Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök'ün dinlenilmesinin birçok kez talep edildiği ancak bilirkişiler ile adı geçen tanıkların, sanıklara atılı suçun niteliği göz önüne alındığında toplanan kanıtlara göre beyanlarının alınmasının karara etkisinin bulunmadığı; kanıtın amaca uygun olmadığı; tanık gösterilmesi isteğinin mahkeme üzerinde kamuoyu nezdinde baskı oluşturmak amacıyla yapıldığı; seminer ve diğer belgelerin gerçek olması nedeniyle de bilirkişiler ve tanıkların dinlenilmesinin sonuca etkili olmayacağı kanaatine varılarak, söz konusu taleplerin reddedildiği? belirtilmiştir.
Gerekçeli Karar agöre 36 sanık berat ederken 324 sanık ceza almıştır.
3 general 20 yıl hapis cezası almıştı
78 sanık 18 yıl hapis cezası almıştı.
214 sanık 16 yıl hapis cezası almıştı.
28 sanık 13 yıl 4 ay hapis cezası almıştı.
1 sanık 15 yıl hapis cezası almıştı.
3 kişinin dosyası ayrılmıştı.
36 sanık beraat etmişti.
Balyoz Kararı ile ilgili olarak zamanın Genelkurmay Başkanı E. Org. Hilmi Özkök;
." Balyoz Darbe Planı ile de ?Silahlı Kuvvetler 'de çeşitli durumlara ilişkin Milli Güvenlik Kurulu'nda kararlaştırılan ve hükümet tarafından onaylanan Milli Strateji Belgesi'nde, harp oyunları, plan seminerleri ve plan tatbikatları vardır. Ben yoğunluğumdan katılamadım. Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yapılmasını emrettim. Bu seminer icra edilmiş fakat en tehlikeli senaryo amacını biraz aşkın şekilde oynanmış. Siyasi kişiler ve siyasi olaylar gerçekmiş gibi oynanmış. Ben de Kara Kuvvetleri komutanına incelettim?
ifadelerini kullandı[8].
YARGITAY?IN BALYOZ İLE İLGİLİ TEMYİZ KARARI[9]:
Dava Dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 27 Şubat 2013 tarihinde gelmiş, Duruşması 15 Temmuz 2013 tarihinde başlamış ve bir ay devam etmiştir.
Davaya bakan Yargıtay 9. Ceza dairesi Kararını 09 Ekim 2013 tarihinde açıklamış, 361 kişiden 237?sinin hakkındaki mahkûmiyet onanırken 88 kişi tahliye edilmiştir.
Yargıtay Gerekçeli Kararında;
?TSK?deki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası'nda (YAŞ) Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekât ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları, bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekât ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nın eki olan 'görevlendirmede yetkili personeli' belirleyen bir listenin oluşturulduğu anlaşılmıştır.?
Demek suretiyle hiyerarşik yapı dışında bir darbe cuntasının oluşturulduğunu tespit etmiştir.
Gerekçede, Eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Em. Org. Aytaç Yalman'ın, şahit olarak dinlenmeleri ile ilgili 'taleplerinin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı' gerekçesiyle tanık olarak dinlenmediğine yer verilmiştir.
Kendisine yapılan yoğun mahalle baskısı sonucu bunalan zamanın KKK Em. Org. Aytaç Yalman, cezalar Yargıtay tarafından onaylandıktan sonra Ulusal TV?ye verdiği röportajda;
?2 Kasım 2013 günü Ulusal TV'de Hasdal Cezaevi'nde Silahlı Kuvvetler mensuplarının yaptığı açıklamaya verdiğim cevap kamuoyuna önemle duyurulur. Benim tarih önünde en az sizler kadar onurlu yerimi alacağımdan hiç şüpheniz olmasın. Çünkü bu davaya muhatap olanlar arasında bir kişi masum ise O da bendenizdir. Bunu açıklıkla ve ısrarla ifade ediyorum. Bunu ileride öğrenecek ve söylediklerinizden mahcup olacaksınız. Yapılan saldırılar haddini aşan ve kişilik haklarımı zedeleyecek bir noktaya gelmeseydi, her şeye rağmen bu açıklamayı yapmayacaktım. Yazmakta olduğum kitabımdan seminer ile sınırları olan bilgilerim ışığında, bütün gerçekler öğrenilecektir. Çünkü bu husus benim için bir görev halini almıştır. Hukuk mağduru olmanızı, benim ifade vermem ile nasıl izah edebiliyorsunuz? Defalarca ifade vermek için müracaatta bulundum. Gerçekleri çok iyi bildiğimi ifade ediyorsunuz. Bildiklerimi sizlerle paylaşıyorum.
Ancak seminer ile ilgili yaşanan olayın cereyan şeklini bilahare yazmakta olduğum kitaptan detaylı bir şekilde öğreneceksiniz. Bu aşamada arkadaşlarımın rencide olmaması için açıklamıyorum. Esasen susmamın sebebi budur. Benim farklı yorumlara sebep olacak bir ifadem olmamıştır. Bu hususu da yaptığım açıklamada bulacaksınız. "Konuşanların halini görüyorsunuz" ifademden basında çıkan menfi yorumları kastettiğimi özellikle belirtmek isterim.
Bu kadar hassasiyet ve tahammül gösterdiğim halde bu yapılan saldırılar karşısında benim size birkaç soru sorma hakkım olduğunu kabul edeceğinizi düşünüyorum.
?Sorulacak çok soru var'
-
Emrime aykırı bu seminer ne için yapıldı?
-
Emrime aykırı olarak bu semineri yapan ve bu seminerin yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor?
-
Seminerin emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği olarak niçin bana haber vermediler?
-
Tatbikatın mahiyeti hakkında bilgisi olmayanlar tatbikat başladıktan sonra bana niçin haber vermediler?
-
Bana saldıracağınıza düzmece ve sahte olduğu iddia edilen CD'lerin kimler tarafından nasıl oluştuğunu araştırmanız daha uygun olmaz mıydı??
Zamanın Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlarının Balyoz Kararının Yargıtay tarafından onaylanmasının akabinde söyledikleri dikkate alındığında, sanıkların bu Komutanlardan ne bekledikleri merak konusudur.
ANAYASA MAHKEMESİNİN BALYOZ KARARI;
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru hakkını kullanarak başvuruda bulunan 230 Balyoz Hükümlüsü hakkında 18 Haziran 2014 Tarihinde;
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman?ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ret edilmesi hususundaki ve dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair iddialarının kabul edilebilir olduğuna, yargılamada Anayasa?nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılama hakkının ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine, oybirliği ile karar vermiştir.[10]
Anayasa Mahkemesi Kararının kendilerine ulaşması ve yeniden yargılanma istemi ile başvuruların yapılmasını müteakip, İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi de 19 Haziran 2014 tarihinde, oy birliği ile yeniden yargılanma ve infazın ertelenmesi kararını vermiştir ve hükümlülerin tahliyesine aynı gün başlanmıştır.
Balyoz sanıkları şimdi yeniden yargılamanın başlamasını beklemektedirler.
ANAYASA MAHKEMESİNİN YAŞ MAĞDURLARINA YAKLAŞIMI
Silahlı Kuvvetlerden toplu tasfiyeye tabi tutulan Askerlerin Mağduriyetleri, Türk Yargısı tarafından hiç görülmemiştir. Daha doğru ifade ile görmezlikten gelinmiştir.
Asker ve Sivil yargımız bu insanların uğradıkları haksızlıklar karşısında bigâne kalmıştır. Meseleye hak ve adalet açısından yaklaşamamış, hep şekle takılıp kalmıştır. BALYOZ Danasına gösterdiği duyarlığı gösterememiştir.
Her darbe döneminde toplu kıyım önce Silahlı Kuvvetlerimizde yapılmış, Silahlı Kuvvetler ayıklandıktan, tek ses haline getirildikten sonra müdahale ederek veya darbe yaparak siyasiler, sivil bürokrasi ve toplum etkilenmiştir.
Yönetimin sivile devredilmiş gibi olduğu dönemlerde de askerler dışındaki mağduriyetler ve dönemsel haksızlıklar giderilirken mağdur askerler kaderleri ile baş başa bırakılmıştır.
Bu durumun iki istisnası olmuştur.
Birisi, 1960 Darbesinden sonra emekliye sevk edilen EMİNSUlar,[11]lilerdir[12] diyebiliriz.
EMİNSU?lar bütün haklarını dört ayrı kanun ve 36 yıl içinde alabilmiştir.
ASDER ise mağduriyetin üzerinde 15 yıl geçtikten sonra ve kuruluşunun 11 inci yılında büyük mağduriyetlerin ancak bir kısmının giderilmesini sağlayabilmiştir.
Her iki telafi de yasama yoluyla gerçekleşebilmiştir.
ASDER?in savunduğu mağdurlar ve özellikle de 28 Şubat sürecinde Yüksek Askeri Şûra ?YAŞ? Kararları ile mağdur edilen 1637 kişi haklarını Yürütme Kademelerinde, Yargı önünde ve Yasama nezdinde dile getirmiştir.
Hak arama serüveninin aşamalarını tekrar hatırlamak gerekirse;
-
YAŞ Kararı ile TSK?den çıkarılan yaklaşık her kişi önce Askeri Yüksek İdare Mahkemesine ?AYİM? başvurmuşlar ve talepleri YAŞ Kararlarının yargı denetimi dışında olması nedeniyle reddedilmiştir.
-
Sulh Hukuk Mahkemelerine başvuran bir kısım YAŞ mağdurlarının davaları da görevsizlikten reddedilmiştir.
-
Mağdurların taleplerine Devletin tamamen duyarsız davrandığı 13 yıl sonunda, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu, disiplinsizlik gerekçe gösterilerek Silahlı Kuvvetlerden çıkarma ile ilgili YAŞ Kararlarını yargıya açık hale getirmiştir.
-
Yanlışı kabul anlamına gelen bu değişikliği bir fırsat olarak değerlendiren YAŞ Mağdurları, geçmişte yaptıkları yanlışları düzeltmeleri için 2010 yılında İdareye Başvurmuş, fakat başvurular reddedilmiştir.
-
Bu reddi uyuşmazlığın sebebi sayarak mesele AYİM ?in önüne götürülmüş, AYİM de Anayasa Değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarih olan 23 Eylül 2010 tarihinden önceki YAŞ Kararlarını kapsamayacağından davaları reddetmiştir.
-
Çaresiz kalan YAŞ mağdurları meseleyi İcranın başı olan zamanın Başbakanına bizzat götürmüş ve ancak bundan sonra ve fakat mağduriyetlerin Askerî bürokrasinin müsaade ettiği kadar bir kısmı, 6191 sayılı kanun çıkarılarak YASAMA yolu ile giderilmesi imkânı hâsıl olmuştur.
-
6191 sayılı kanun yargıya kapalı işlemlerle mağdur edilenlerin gasp edilen haklarının tamamen iade etmemiştir. Ancak, uygulamaya girdiği andan itibaren çalışan veya emekli olan emsallerinin maaş ve özlük haklarının bir kısmını mağdur edilenlere tanımıştır. Bu noksanlık hak arama mücadelesini tekrar başlatmıştır.
-
Mağdurların geçmiş haklarının verilmesi ile ilgili başvuruları idare tarafından reddedilmiştir.
-
Geçmiş haklarının kabul edilmesi için açtıkları davalar da AYİM tarafından reddedilmiştir.
-
Sonunda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu kalmış, Anayasa Mahkemesine 15 YAŞ mağduru davalarını Mart 2013 tarihinde açmış, Mahkeme de 15 ay sonra 18 Haziran 2014 tarihinde ?AÇIKÇA DAYANAKTAK YOKSUN OLDUĞUNDAN REDDİNE? karar vermiştir.
Umutların bağlandığı Anayasa Mahkemesi de HAKSIZLIĞI görmemiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç bir köşe yazarı ile yaptığı röportajında;
?Yerel mahkemenin delil olarak incelediği CD, hard disk ve benzeri dijital materyalleri değerlendirirken çelişkilere düştüğünü tespit ettik. Mahkemenin düştüğü çelişkileri hak ihlali olarak değerlendirdik. Keza, dava için çok önemli iki tanığın dinlenmemiş olmasını da bir hak ihlali olarak gördük. Savunmanın, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman?ın dinlenmesini ısrarla talep etmesine rağmen mahkemenin bu talebi reddederken öne sürdüğü gerekçeler bizi tatmin etmedi. Yine Yargıtay aşamasındaki aynı konudaki gerekçelerden de tatmin olmadık.?[13]
demiş.
Sayın Başkan yedi bilirkişinin raporu, bir mahkeme kararı ve Yargıtay denetiminden geçmiş bir davada hak ihlali tespit edildiğini, tatmin olmadıklarını ifade ediyor.
Adaletin tesisi konusundaki Mahkemenin bu titizliğine gönülden alkış tutmamak ve iyi ki varsınız dememek mümkün değildir.
Keşke, aynı hassasiyeti geriye dönük haklarını talep eden YAŞ mağdurlarına da gösterebilseydi.
Yargılanmış, hüküm giymiş, hükmü Yargıtay tarafından onaylanmış, dört yıla yakın hapis yatmış 70 civarındaki Balyoz Davası zanlı askere, tahliyeleri ile birlikte rütbeleri ve makamları iade edilip muvazzaf göreve başlamaları için önleri açılıyor.
Ama hiçbir suçu olmayan, herhangi bir suçtan yargılanıp hüküm almayan, sadece inançlarından dolayı Silahlı Kuvvetlerden çıkarılan askerlerin görevlerine geri dönmeleri bir tarafa, geriye dönük özlük hakları bile kendilerine çok görülüyor.
Yüksek Mahkememizin saygıdeğer Üyeleri ve Başkanı da bu mağdurlar hakkında verdikleri kararlardan tatmin olabiliyorlar!
SONUÇ
Balyoz Davasında gerçekler ortadadır.
05-07 Mart 2003 tarihleri arasında 1. Ordu Karargâhında Balyoz Güvenlik Planı ile ilgili bir seminer yapılmıştır.
Bu plan hükümetin devrilmesi, yeni hükümetin kurulması ve seçime gidilmesi konularını içermektedir.
Belgeler, İddianameler, Özel Yetkili Mahkeme ve Yargıtay Kararlarında 1. Ordunun hiyerarşisi dışında Balyoz Güvenlik Planının icrası için ayrı teşkilâtlanmanın mevcut olduğunu ve Balyoz Darbe Plan Seminerine bu Cuntaya dâhil olanların katıldığını, tehdit görülen STK, Cemaat ve Siyesi Kadrolara uygulanacak işlemleri belirten eylem planlarının olduğu belirtmektedirler.
Bütün bunlara iki noktada itiraz edilmektedir. Dijital delillerin kumpas olduğu söyleniyor. Zamanın Genelkurmay başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının şahit olarak dinlenmemesine itiraz ediliyor.
Artık Özel Yetkili Mahkemeler de 06 Mart 2014 tarihinden itibaren yok. İş Genel Yetkili İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza mahkemesine kaldı.
Dijital delillerin gerçek durumunu ve ilgili iki komutanın ne diyeceklerini zamanı gelince göreceğiz.
Adalet Devletin aslî vazifesidir.
Adalet insanların, hayvanların, nebatatın ve cansız yaratıkların haklarını kendilerine teslim etmektir.
Değil insanlar arasında, canlı-cansız bütün yaratıklar arasında ayırım yapmadan hepsinin hakkını kendisine teslim etmek adil devletin aslî görevidir.
Balyoz Davası Sanıkları işlemedikleri suçlardan dolayı ceza almamalıdır. Haksız yere kaybolmuş hakları telafi edilmelidir. Suçlular da hak ettikleri cezayı bulmalıdır.
Ama Yargı kimsesizlere de sahip çıkmalıdır.
İmkânlar ve yetkiler sadece egemen güçler için seferber edilmemelidir.
Hakkın adaleti tesis edilmelidir.
Adnan Tanrıverdi
Emekli General
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.
[1]http://www.adnantanriverdi.com/index.php/askeri-konular/asker-siyaset-iliskisi/siyasi-beyanatlarla-ilgili-yorumlar/254-balyoz-plani-21-ocak-2010.html
[2] T.C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Soruşturma No: 2010/185; Esas No: 2010/564; İddianame No: 2010/420 Numaraları ile kayıtlı Balyoz İddianamesi,
[3] Balyoz İddianamesi
[4] T.C. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas, 2013/12351 No.lu kararı
[5] T.C. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas, 2013/12351 No.lu kararı
[6]http://www.adnantanriverdi.com/index.php/askeri-konular/asker-siyaset-iliskisi/siyasi-beyanatlarla-ilgili-yorumlar/284-28-ubat-liderleri-hesap-vermeli-14-ubat-2011.html
[7] İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/283 Esas ve 2012/245 Karar Numaralı BALYOZ GÜVENLİK PLANI Davası Gerekçeli Kararı.
[8] Zaman Gazetesi, 23.09.2012, İbrahim Doğan
[9] T.C. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas, 2013/12351 No.lu kararı
[10]http://www.anayasa.gov.tr/Gundem/Detay/606/606.pdf. T.C Anayasa Mahkemesinin 2013/780 sayı ve 18.06.2014 tarihli kararı
[11]EMİNSU; Emekli İnkılâp Subayları Derneği. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra, darbeyi desteklemeyen 235 General ve 4077 üst Rütbeli subay TSK?den resen emekli edilmiştir. EMİNSU, Bu askerlerin harekete geçirdiği bir oluşumdur.
[12] Özel kurulmuş başka hak arama Dernekleri de olsa, Adaleti Savunanlar Derneği ?ASDER? 01 Ocak 1964 yılından içinde bulunduğumuz tarihe kadar, yargısız idari işlemlerle Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmış her statüdeki asker mağdurların haklarını almaları için mücadele vermektedir. ASDER, 21 Mart 2011 tarihinde çıkan 6191 sayılı yasa ile 1971 tarihinden itibaren yargıya kapalı idarî işlemlerle Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmış 1542 subay ve astsubayın haksız yere gasp edilmiş haklarının bir kısmının alınmasını, kuruluşunu takip eden 11 yıl içinde almayı başarmıştır. ASDER, Kanun kapsamına giren 1542 kişinin geriye dönük hakları ile yargıya açık idari işlemlerle mağdur edildikleri için 6191 sayılı kanunun kapsamı dışında bırakılan 3064 kişinin haklarının alınması için mücadelesini sürdürmektedir.
[13] Fikret Bila, Milliyet Gazetesi, 20.06.2014
Yarı Başkanlık Döneminde İlk Cumhurbaşkanı Adayımız(25 Haziran 2014)
- Ayrıntılar
- Adnan Tanrıverdi tarafından yazıldı.
2014 CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNDE
YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI OLACAKTIR
Cumhurbaşkanı ilk defa halk tarafından seçilecek.
Seçilebilmesi için yüzde ellinin üzerinde oy alması gerekir.
Tek Parti Hükümeti de olsa Başbakanın partisinin oy oranının Cumhurbaşkanlarının aldığı oy yüzdesinin üzerine çıkması nadiren mümkün olabilir.
Genellikle koalisyonlara mecbur bırakan oy dağılımı, Cumhurbaşkanına nazaran daha az oy almış bir partinin liderinin Başbakan olmasına sebep olabilecektir.
Böyle bir siyasi tablo, geniş yetkilere sahip, arkasında yüzde ellinin üzerinde oy desteği olan Cumhurbaşkanı ile hassas dengelerle ayakta duran koalisyon Hükümeti ve Başbakanı arasında irade yarışına sebep olabilir.
Genellikle de her iki merkezin çevresindeki makam ve kademeler rekabeti kışkırtacaklardır.
T.C. Anayasası Cumhurbaşkanını yasama, yürütme ve yargı üzerinde kullanabileceği yetkilerle donatmıştır.
Cumhurbaşkanının Yasama ile ilgili yetkileri: (T.C. Anayasası Md. 104 a )
- Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapmak;
- Türkiye Büyük Millet Meclisini gerektiğinde toplantıya çağırmak,
- Kanunları yayımlamak,
- Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek,
- Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,
- Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün, tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak,
- Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek
Cumhurbaşkanının Yürütme ile ilgili yetkileri: (T.C. Anayasası Md. 104 b)
- Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,
- Başbakanın teklifi üzerine bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
- Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak,
- Yabancı devletlere Türk Devletinin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
- Milletlerarası adlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,
- Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek,
- Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek,
- Genelkurmay Başkanını atamak,
- Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak,
- Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek,
- Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,
- Kararnameleri imzalamak,
- Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,
- Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak,
- Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak,
- Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
- Üniversite rektörlerini seçmek,
Cumhurbaşkanının Yargı ile ilgili yetkileri: (T.C. Anayasası Md. 104 c )
- Anayasa Mahkemesi üyelerini,
- Danıştay üyelerinin dörtte birini,
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilini,
- Askerî Yargıtay üyelerini,
- Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini,
- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.
- Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.
Cumhurbaşkanının cezai sorumsuzluğu:
Bu geniş yetkilere karşılık, Başbakan veya Bakanlardan birinin imzası ile Cumhurbaşkanının yaptığı işlemlerden ilgili bakan ve Başbakan sorumludur. Tek başına yaptığı işlemlerden ise Cumhurbaşkanı aleyhinde yargıya başvurulamaz. Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılabilmektedir. (T.C. Anayasası Md. 105 )
Başbakanın görev ve sorumlulukları; (T.C. Anayasası Md. 107 )
- Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.
- Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur.
- Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür.
- Başbakanın Yüce Divana sevki halinde hükümet istifa etmiş sayılır.
29 Ağustos 2014 tarihi, yönetim şekli bakımından, Türkiye için YENİ BİR DÖNEMİN başlangıcı olacaktır.
Bu dönem, 8. Cumhurbaşkanımız Merhum Turgut Özal ve 11. Cumhurbaşkanımız Sn. Abdullah Gül dışında gelmiş ve geçmiş bütün Cumhurbaşkanlarının örtülü olarak kullandıkları geniş yetkilerin, Millet tarafından seçilmiş yeni Cumhurbaşkanları tarafından, liderlik yetenekleri ölçüsünde AÇIK OLARAK kullanılacağı bir dönem olacaktır.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği yeni dönemin Literatürdeki adı ?YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ ?dir
Yarı başkanlık sistemi ?cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter sistem" olarak da tanımlanmaktadır. Fransa, Çin, Rusya federasyonu ve bazı Avrupa ülkelerinde uygulanmaktadır.
Yarı Başkanlık Sisteminin Başkanlık sisteminden farkı;
- Yürütme organının iki başlı olması ve yürütme ile ilgili görevleri Bakanlar Kurulu ile Cumhurbaşkanının üslenmesi,
- Bakanlar kurulunun TBMM?nin güvenine dayanması,
- Bakanlar kurulunun TBMM?den çıkacak güvensizlik oyu ile görevden alınabilmesi,
- Cumhurbaşkanının yürütme görevlerinden dolayı, vatana ihanet dışında, cezai sorumluluğunun bulunmamasıdır.
Geniş Anayasal yetkilerle donatılmış ve halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanının bu yetkileri sonuna kadar kullanabilmesi ancak, hükümeti kuran parti içinden çıkmış ve Başbakanla uyumlu bir çalışma prensibi üzerinde anlaşmış olması ile mümkündür.
Hükümetin başka bir parti tarafından kurulması, Cumhurbaşkanının ise muhalif bir parti tabanına dayanması, devletin tepesinde kargaşaya davetiye anlamına gelecektir.
Başkanlık Sisteminin Anayasamıza girmesine kadar, Cumhurbaşkanımızın Millet tarafından seçilmesi bu makamı, yürütmede Başbakanlığın da üzerinde çok önemli bir güç merkezi haline getirecektir.
Muhalefetin çatı adayı İslâmi gelenekten gelen Sayın Ekmelettin İhsanoğlu olsun veya muhalefetin dünya görüşüne sahip başka birisi olsun Milletimiz, Başbakanla Cumhurbaşkanının çatışma ortamına gireceği bir tercih yapmayacak kadar sağduyulu davranacağına kesin gözü ile bakmak ve AK Parti adayı dışında birisinin halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini kabul etmek gerekmektedir. .
Geniş Anayasal yetkilerle donatılmış, liderlik nitelikleri yüksek ve bütün yetkileri kullanma azim ve yeteneğine sahip bir Cumhurbaşkanı, Ülkemizin önemli sorunlarının çözümlenmesi için, önemli bir fırsat olarak görülmelidir.
Ülke olarak çözüm bekleyen dört önemli meselemiz bulunmaktadır.
Birincisi;
Milli İradenin Devletin bütün kurumları üzerinde etkin otoritesinin temin edilmesi,
İkincisi;
Temel hak ve özgürlükleri teminat altına alma imkânı veren, bağımsız ve tarafsız yargıyı inşa edebilen, merkezi hükümetin dış dünyaya yönelmesine imkân veren yeni yönetim şeklini belirleyen ve TBMM?nin bütün sorunların çözümünde nihai merci olmasını sağlayan YENİ ANAYASA ?nın Milletimizin oyuna sunulması,
Üçüncüsü;
Tam eşit vatandaşlık hukukunu sağlama (ne fazla, ne eksik, tam eşit) hedefine uygun olarak, bölücü teröre karşı, ?ÇÖZÜM SÜRECİNİN? sonuçlandırılması,
Dördüncüsü de;
İslâm Dünyasının bir irade altında toplanabilmesi için Müslüman Milletlere önderlik yapmaktır.
12 yıl önce var olup, toplumu bunaltan pek çok sorun bu gün mevcut değildir. Bu kazanım, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Liderliğindeki AK Partinin sağlamış olduğu SİYASİ İSTİKRAR sayesinde olmuştur. Koalisyonlara ihtiyaç kalmadan tek parti tarafından üst üste üç dönemde iktidar çıkarılması, güçlü liderlik nitelikleri ile de birleşince siyasi parazitlerin prim yapmadığı istikrar ortamını sağlamıştır.
Yeni dönemde de istikrarın muhafazası fevkalade önem arz etmektedir.
Yarı başkanlık sisteminde de Cumhurbaşkanı ile uyumlu bir hükümet ve hükümetin arkasında güçlü bir parlamento desteği, başta siyasi alanda olmak üzere ülkemizde istikrarın tesis ve devamı için sağlanması gereken şartlar olarak görülmelidir.
Geçtiğimiz dönemlerde sayısız krizler, tereyağından kıl çeker gibi, tasavvurların üstünde bir başarı ve süratle, memleketimize zararı dokunmasına imkân verilmeden çözülmüştür. Bunun bir sebebi siyasi istikrar ise diğeri ve daha önemlisi Başbakanımızın yüksek feraset ve üstün cesaretidir.
Şimdi bu iki imkân yine birlikte sağlanmalıdır.
Yeni dönemde Cumhurbaşkanının geniş yetkilerini, ülke çıkarlarına en uygun olacak şekilde, yerinde, zamanında ve kararlı olarak kullanacak aday, Sayın Recep Tayyip Erdoğan?dır.
Yarı Başkanlık Sisteminin ilk döneminde bütün yetkilerin, ülke yararına kullanıldığı örnek bir uygulama da fevkalade önem kazanmaktadır.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan?ın partinin başından ayrılması sonrasında 2015 ve 2019 Genel Millet Vekili seçimlerinde AK Partinin tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamama riski bulunmaktadır.
2019?a kadar Başkanlık Sisteminin Anayasaya girmesi de mümkün olmayabilir.
AK Parti olarak ve bu partiye gönül vermiş olanların aday belirlemedeki açmazı buradadır. Bir tarafta Cumhurbaşkanlığına güçlü bir liderin aday gösterilme isteği, diğer tarafta, liderin ayrılması ile siyasi istikrarı devam ettirecek çoğunluğu sağlayamama riski.
Böyle durumda seçimi ve kararı gerçek lidere bırakmak gerekir.
Geçmiş icraatlarında tespit edilen doğruyu seçme hasletine güvenerek, Cumhurbaşkanı adayımız bizzat Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından belirlenmeli ve bu memleketi sevenler de onun ve arkasında bıraktığı partinin desteğinde bulunmalıdır.
Sonuç olarak;
29 Ağustos 2014 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti YARI BAŞKANLIK dönemine geçmektedir.
Yeni Cumhurbaşkanımız liderlik nitelikleri yüksek ve kendinden sonrakilere örnek uygulamalar bırakma yeteneğine sahip bir zat olmalıdır.
Arkasında meclis desteği devam etmelidir.
Adayın seçiminin de Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık iradelerinin, memleket sorunlarının çözümü istikametinde birleştirilerek kullanılmasını ve önümüzdeki iki Genel Millet Vekili seçimlerinde AK Partinin tek başına iktidar olmasını sağlayacak tedbirleri içerecek şekilde yapacağına inanıp güvendiğimiz Başbakanımıza bırakılmalıdır.
Onun tercihi en doğru tercih olarak kabul edilmeli ve bu kabul ile verilecek karar desteklenmelidir.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hepimize, Milletimize ve İslâm Âlemine hayırlar getirmesini dilerim. 25 Haziran 2014
Adnan Tanrıverdi
Emekli General
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.
Taksim Gezi Olaylarının Yıl Dönümü (03 Haziran 2014)
- Ayrıntılar
- Adnan Tanrıverdi tarafından yazıldı.
Taksim Gezi Olaylarının Üzerinden Bir Yıl Geçti
Gerçek amacı bu gün açık olarak ortaya çıkan Taksim Gezi Parkı olayları, 27 Mayıs 2013 günü, yerine tarihi "Topçu Kışlası" nın yapılması ve Taksimin yaya trafiğe açılması için Gezi Parkının yıkımına başlanmasının protestosu maskesi altında başlatılmıştı.
27 Mayıs'ta Gezi Parkı duvarının az bir kısmı ile duvar önünde bulunan bilek kalınlığında beş ağaç kesilmiş ancak protestocuların tesiriyle yıkım işlemi durdurulmuştu.
Dış ve iç muhalefetin organizasyonu ile eylemler bütün yurda yayılmış ve 01 Haziran 2013 tarihinde, Devletin Güvenlik Güçleri etkisiz hale getirilerek, genel ayaklanmaya dönüşecek mahiyet kazanmıştı.
Pek çok mütedeyyin insanın da destek verdiği eylemler gün geçtikçe otorite tanımaz mahiyet kazanmış ve nihayet 15/16 Haziran gecesi, göstericiler polis tarafından Gezi Parkından çıkarılarak kontrol altına alınmıştı.. Çalkantı, Ülkemiz muhtelif yerlerinde de devam ederek Haziran sonuna kadar sürmüştü.
Gezi tezgahında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir badire atlatmıştır. Devletin otoritesinin devamı ve büyük bir iç çatışmanın olmaması zamanın hükümetinin ve Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan'ın aldığı dirayetli önlemlerle sağlanmıştır.
Taksim Gezi Olayları ile ilgili düşüncelerimi, bir yıl önce 04 Haziran 2013 tarihinde okuyucularımla paylaştığım, "Taksim Olayları Muhalefetin Siyaseten İflası Değil midir" başlıklı makalede ifade etmiştim. Virgülünü değiştirmeden o yazımı okuyucularımla tekrar paşlaşmak istiyorum.
"TAKSİM OLAYLARI
MUHALEFETİN SİYASETEN İFLASI DEĞİL MİDİR?
Taksim ?de başlayıp Türkiye?nin geneline yayılmasına çalışılan eylemlerin başını kim çekiyor ve ne istiyorlar?
Eylemde boy gösterenler kimlerdir? Boy göstermeyenler kimlerdir?
Eyleme gerekçe gösterilen uygulamalar nelerdir? Eylemlerin gösterilmeyen gerçek amaçları nelerdir?
Bu soruların doğru cevapları bulunabilirse, problemin teşhisi ve çözüm yolları da isabetli olur.
Devamını oku: Taksim Gezi Olaylarının Yıl Dönümü (03 Haziran 2014)