Orgeneral İlker Başbuğ'un Harp Akademisi Konuşması Üzerine Düşünceler (17 Nisan 2009)

ORGENERAL İLKER BAŞBUĞ'UN HARP AKADEMİLERİ KONUŞMASI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ 14 Nisan 2009 tarihinde, Harp Akademileri Komutanlığında, Eski Genelkurmay Başkanları, emekli askerler, basın mensupları ve Harp Akademileri personel ve müdavimlerinin hazır bulunduğu toplantıda bilimsel bir konuşma yaptı. 

Konuşmasında,

  • Asker-sivil ilişkileri,

  • Terörizm ve terörle mücadele,

  • Demokrasi ve laiklik,

Konularındaki görüşlerini açıkladı.

Alışılmışın dışında ama, dikkatle seçilmiş üç başlık.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en çok tenkit edilen üç faaliyet alanı. Asli görevi olmadığı halde üstlendiği ve uygulamaları ile TSK'ni imaj erozyonuna uğratan üç konuda, Genelkurmay Başkanı Org. Sn İlker Başbuğ, açıklamalarda bulundu. 

Biz de ASDER olarak yaptığımız son üç panelde aynı konuları işlemiştik.

 

  • Milli İradeye Saygı (15 Nisan 2007)

  • Asker ve Dini Değerler (02 Mart 2008)

  • Tarihinden Bu Güne Kürt Meselesi ve Çözüm Önerileri (08 Mart 2009)

Değerli konuşmacılar tarafından, panellerde, ilgili konularda somut öneriler de sunulmuştu. 

Genelkurbay Başkanının konuşması geneliyle, ılımlı, olumlu, uzlaşmacı, yumuşak bir üslupla yapılmıştır. Silahlı Kuvvetlerimizin tartışmalı bu üç alanda geçmişteki tutum ve uygulamalarının makul görülmesini sağlayacak söylem ve dayanakları içeren bir savunma ve diyolog talep eden bir yaklaşım olarak algılanmalıdır.

Konuşmanın üslubu, TSK'nin taleplerini, dayatma ve zorlama ile değil de, bilimsel kapsamlı ve ikna edici konuşmalarla topluma benimsetme yöntemini kullanan makul bir çizgi olarak kabul edilmelidir.

 

Genelkurmay Başkanımızı bu makul cizgiye getiren etkenler nelerdir acaba?

Dünya konjonktürü mü?

Türkiye konjonktürü mü?

Yani 22 Temmuz 2007 seçimleri ve Cumhurbaşkanı seçimi mi? Ergenekon Silahlı Terör Örgütü davası ve bu davanın 28 Şubat Yöneticilerine uzanma ihtimali mi?

Yoksa bu vakıaların hepsi mi?

Her ne sebeple olursa olsun, TSK hukuk çizgisinde ve yasal yetkiler içerisinde kalacaksa fevkalade olumlu bir gelişme olarak görülmesi gereken bir konuşma olarak kabul edilebilir.

 

Ama ana konuların satır aralarına girdiğimiz zaman, geçmişteki hatalı tutumlardan vazgeçildiği tezinin kabul edilmesi için zamanın erken olduğu kanaatindeyim.

Askerle ve toplumun inançlı kesimi ile hemhal olmuş bir kişi olarak, bazı tenkit ve önerilerimiz olacak. İnşaallah ?Silahlı Kuvvetleri yıpratmak isteyen kötü niyetli kişi? olarak kabul edilmeyiz.

 

Sivil-Asker İlişkileri;

Sivil- Asker ilişkileri bakımından, Türk Toplumu Silahlı Kuvvetler Üst Komuta kademesinin ast kademelere, ast kademelerinin de komuta kademesine güvenip güvenmediğine pek bakmamıştır. Bu ilişkileri askerin disiplin meselesi saymış ve karışmamıştır. Hatta, bünyesinden hukuk dışı uygulamalarla çıkardığı personele dahi sahip çıkmamıştır. Sn. Genelkurmay Başkanı da bu mesleyi Silahlı Kuvvetler Personeline hitap amacıyla söylemiş olmalıdır.

 

Esas güven ve itimat meselesi, Silahlı Kuvvetlerden Toplumun sağduyusuna karşı ve Toplumundan Silahlı Kuvvetlerin tutum ve davranışlarına karşı olmak üzere iki yönlüdür.

Silahlı Kuvvetler Milletin sağduyusuna güvendiğini söz ve hareketleri ile kanıtlayamıyorsa, ona hep tepeden bakıyorsa, tercihlerini küçük görüyorsa, değerlerine saygı duyamıyorsa, tenkitlerini dikkate almıyorsa, toplumun güven ve itimadından bahsetmek mümkün olamaz.

Burada aktif görev, varlık amacı ?millete hizmet etmek? olan ve ?milletin vergileri? ile beslenen Türk Silahlı Kuvvetlerine düşmektedir.

 

Bir dine inanmanın da ?bir yaşam tarzı? olduğu kabul edilmeli;

Askerliğin bir meslekten ziyade ?bir yaşam tarzı? olarak kabul edilmesinin yanı sıra, milletle ihtilafın esasını teşkil eden inancını yaşama konusundaki kuşkular ve bu konudaki müdahaleler yapılırken, ?bir dine inanmanın da bir yaşam tarzı olduğu?, inancın Allah ile kul arasında gizlenip sıkıştırılabilecek, vicdanlara gömülebilecek bir duygu olmadığını, gerek profesyonel gerekse yükümlü askerlerin de inanma ve ibadet ihtiyacının ve inançlarını yaşama mecburiyetinin kabul edilmesi gerekir. Milletin inancına saygı ve tahammül etmek milletin güvenini kazanmanın birinci şartıdır.

 

Millete itaat edilmeli;

Milletin seçip gönderdiklerinden oluşan Yasama ve Yürütme organlarına itaat, millete itaat ile eş anlamlı kabul edilmelidir. Silahlı Kuvvetlerin üst Komuta Kademesinin astlarından istediği mutlak itiatı, Anayasal ve yasal yetkilerle donatılmış Bakanlar Kuruluna ve TBMM'e de gösterilmesi gerekirken, ?Türk Silahlı Kuvvetleri hızla dönüşen sosyal, ekonomik ve siyasal yapının toplumda yarattığı güven arayışına da cevap verebilmektedir.? gibi düşüncelerle siyasi iradeye baskı uygulamaktan vazgeçilmelidir. Durumdan görev çıkarmaya sebep olan TSK İç Hizmet Kanunun 35. maddesinin yanlış uygulamalar sonucu müdahalelere gerekçe göstermeyi engelleyecek şekilde değiştirilmesini talep etmek ve bu maddenin değiştirilmesine önayak olmak milletin güvenin kazanılmasının ikinci şartıdır.

 

Milli Güvenlik Kurulunun Yapısı Değiştirilmeli;

Silahlı Kuvvetler Üst Komuta Kademesini siyasetin merkezine oturtan, Milli Güvenlik Kurulunun, yapısının değiştirilmesine ön ayak olunarak, Genelkurmay Başkanı dışındaki asker üyelerin Kurul Üyeliğinden çıkarılması için yapılacak anayasa ve yasa değişikliğine destek vermek, askerin siyaset dışına çıkarılmasının ve sivil-asker ilişkilerinin rayına oturmasının üçüncü şartıdır.

 

TSK Kararlarından Sorumlu Hale Getirilmeli;

TSK'nin en üst istişare kurulu olan Yüksek Askeri Şûranın kararlarının yargı denetimi dışında tutulması, sorumsuz bir kurul yaratma amacına hizmet etmektedir. Ya bu kurulun kararları yargı denetimine açılarak sorumlu hale getirilmeli; yani general terfileri, tayinleri, re'sen emeklilik işlemleri ve Şûranın diğer görevleri yargı denetimine açılmalı; ya da, tamamen istişarî bir kurul haline dönüştürülüp kararları ile ilgili yetki ve sorumluluklar tamamen siyasî otoriteye bırakılmalıdır. Bu suretle samimi, gerçekçi, profesyonel tavsiyelerin dikkate alınmaması durumunda, ortaya çıkacak olumsuz sonuçların sorumluluğu da karar verici durumundaki siyasi makamlara bırakılmış olur. Görüşmeler ve toplantılarda dile getirilen veya getirilmeyen meseleleri siyasi otoritenin iradesi dışında ve basın yoluyla toplumla paylaşmak da uygun değildir. Bu Silahlı Kuvvetlere güven ortamının yaratılmasının dördüncü şartıdır.

 

Samimi olarak, güven ve itimat ortamının yaratılması isteniyorsa, kurumsallaştırılarak asgarî olarak yerine getirilmesi gereken şartlar bunlardır. Bu düzenlemelerin önünü açacak girişimler yapılmadan, söylenen hiç bir söz, ne kadar bilimsen görüşlerle takviye edilirse edilsin, ne kadar ikna edici üslupla söylenirse söylensin inandırıcı olarak kabul edilemez.

 

Terörizm ve teröristle mücadele konusu;

Meseleyi askeri güçle çözülebilecek, bir terör meselesi olarak görmekten vazgeçildiğini ve meselenin sadece Silahlı Kuvvetlerin meselesi olmadığının anlaşıldığını, bireysel alanda etnik kimliğin tanınabileceğini ve Türkiye'liliğin üst kimlik olarak kabul edildiğini gösteren geniş değerlendirme ve ifadelere, ilk defa Genelkurmay Başkanımız tarafından önemli bir konuşmada, yer verilmiştir. Bu fikir ortamını Silahlı Kuvvetlerimizin benimsemiş olması fevkalade önemli bir gelişme olarak kaydedilmelidir.

 

Silahlı Kuvvetler İç Güvenlikle Uğraşmaktan Kurtarılmalı;

Ancak, Silahlı Kuvvetlere iç güvenlik görevi verilmesi ve tamamen bu göreve angaje edilmesinin

bir çok cepheden mahzurları bulunmaktadır.

Askerlik, kısaca adam öldürme sanatını öğrenme ve uygulama olarak tanımlanır. Bu amaçla yetiştirilmiş insanları kendi vatandaşları üzerine sevketmek, peşinen vatandaşlarının düşman muamelesi görmesini kabul etmek anlamına gelir. Bu da devlet vatandaş ilişkilerine ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verir.

Diğer taraftan, iç güvenliğe angaje olmuş silahlı kuvvetler, dış tehditlere karşı caydırıcılığını yitirir.

Bu sebeplerden, Ülke içinde teröristle mücadele İç İşleri Bakanlığına, sınır ötesi terör odakları ile mücadele de Silahlı Kuvvetlere verilmelidir.

Terörizmle Mücadele Siyasetin Görevi Olmalı;

Terörizmle mücadele siyasî bir mesele olarak kabul edilmeli, diğer milli güç unsurlarının Silahlı Kuvvetlerin kontrolüne vermeyi düşünmek yerine, sorunların çözüm platformunun TBMM'i ve çözümüne dönük icraatların sorumlusunun da Bakanlar Kurulu olduğu kabul edilmelidir. Bu uygulamanın önü açılmalıdır.

 

İslâm Dininin ,müşterek ve birleştirici, bir Üst Kimlik Olduğu Kabul Edilmeli;

Türkler ile Kürtler arasındaki müşterek değerlerin birleştirci temel öğesi tarafların müşterek inancı olan İslâm Dinidir.

Irk ve dil bir kavme mensubiyeti belirleyen, temel iki değerdir. Bu iki değer devamlı cilalanır ise, etnik kavmiyetçilik ve üstünlük addiaları ortaya çıkar ve ihtilafların temelini oluşturur. Toplulukları millet yapan değerlerin içine dini, özellikle de İslâm Dinini dahil edersek, diğer özellikler, gölgelenir ve başka kavimleri birbirine kardeşlik bağları ile de bağlayan birleştirici bir değer olur.

Dini kimliğe tanınacak özgürlüğün, etnik kimliğe tanınacak özgürlükten daha etkili bir şekilde sorunların çözümüne katkıda bulunacağına inanılmalıdır.

 

Genelkurmay ve tüm sorumlu taraflar terörist ve terörizmle mücadeleye bu açılardan da bakmalıdır.

 

Demokrasi ve Laiklik ;

Genelkurmay Başkanımızın açıklamalarında netlik kazanmayan ve geçmiş uygulamalara gerekçe üretiliyor izlenimi veren sözleri, daha ziyade ?demokrasi ve laiklik? başlıklı bölümündeki konuşmasında yer almıştır.

Bu bölümde, din ve cemat hakkında; 1864-1920 yılları arasında yaşamış, sosyal bilimci Alman Max Weber'e; Mustafa Kemal Atatürk'ün sözlerine ve Anayasa'ın 24'üncü maddesine atıfta bulunarak yaptığı değerlendirmelerini sekiz soru ile bitirmiştir.

Değerlendirmelerinde;

  • Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhuriyetin temel niteliklerinden birini oluşturan demokrasi rejimine bağlı ve saygılı olduğunu;

  • Dinin toplumsal bir bağ oluşturma, ortak bir duyarlılık yaratma bakımından öneminin inkar edilemeyeceğini, Türkiye için böyle şeyleri tartışmanın dahi abes olduğunu;

  • Gerçek mütedeyyin kişilerle kimsenin hiçbir sorunu olmaması gerektiğini

  • Askerliğin, moral değerlere önem veren mesleklerin başında geldiğini; bireysel değerler açısından dinin de bir etken olduğunu; bu açıdan ordunun halkımızın değerlerine saygı duymamasının düşünülemeyeceğini;

  • Şehitlik ve gaziliğin kutsal bir mertebe olarak kabul edildiğini;

  • Halkımızın arasında ordunun en yaygın adlarından birinin de "Peygamber Ocağı" olduğunu bilmekte olduklarını;

  • Silahlı Kuvvetlerin hiçbir dönemde dine karşı olmadığını;

  • İbadet, dinî ayin ve törenlerle ilgili hürriyetlerin tahdit edildiğini ileri süren iddiaları da anlamanın mümkün olmadığını;

  • Laikliğin din karşıtı olma ve dinin bireylerin hayatlarından soyutlaması anlamına geldiğinin söylenmesinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin din karşıtı bir kurum olarak gösterilmesinin; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e ve O'nun ordusuna karşı yapılabilecek en büyük sorumsuzluk ve haksızlık olduğunu;

Belirttikten sonra;

  • Siyasi ve kişisel amaç ve çıkarlar için; dinin ve dinî duyguların alet edilmesine ve araç olarak kullanılmasına karşı olduklarını;

  • Dinsel cemaatlerin kapalı ve içe dönük olduğunu; cemaate giriş ve çıkışların çok farklı dinamiklere bağlı olduğunu; dinsel cemaatlerin, hele çıkar çevresinde örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olduğunu öne sürmenin çok güç olduğunu;

  • Kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanan bazı din eksenli cemaatlerin hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini gördüklerini; her fırsattan istifade ederek, Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine faaliyetlerde bulunduklarını; bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepkisiz ve etkisiz kalacağının düşünülmesinin ise büyük yanılgı olduğunu;

Belirterek, konuyu ;

?Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamızda açıkça belirtildiği şekilde DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL BİR HUKUK devletidir. Laik ve demokratik devlet nitelikleri birbirini tamamlamaktadır. Asla birbiri ile çelişkili de değildir. Bu iki nitelik Türkiye'yi dünyada farklı ve güçlü konuma getiren, Türkiye'ye özgün bir karakter kazandıran niteliklerdir. Bu açıdan, Türk toplumunun bütün bireylerinin bu niteliklerin korunmasında, yaşatılmasında ve yıpratılmamasında duyarlı ve sorumlu davranması vatandaşlık görevidir.? diyerek bitirmiştir.

 

Gelenkurmay Başkanımızın, dindarlar ve cemaatların rejim karşıtı olduğuna dair yersiz kuşkuları; İslâm Dini konusunda da Max Veber'den başka kılavuzlara ihtiyacı; dindar insanların niçin ve nasıl baskı altına alınması gerektiği konusunda da kafasının karışık; olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerinden sosyal ve hukuk devleti niteliklerine özel vurgu yapmazken, demokratik ve laiklik niteliklerinin korunması için bütün vatandaşları göreve çağırmaktadır. Halbuki hukukun ve insanın sosyal değerlerinin olmadığı yerde ne insandan ne milletten ne de devletten söz etmek mümkün değildir.

Silahlı Kuvvetler, Cumhuriyetin bu temel niteliklerini dengeli uygulamayı hiç başaramamıştır. Bütün sorunlar da bundan kaynaklanmaktadır. Sözlerle uygulamalar nedense birbiri ile örtüşmüyor. Çarpıklıkları somutlaştıracak bizim de sorularımız var:

  • Hem mütedeyyin kişilerle hiç kimsenin bir sorunu olmadığını söyleyeceksiniz. Hem de inancının gereğini yerine getirmeye çalışanları, Silahlı Kuvvetlerden, üniversitelerden, devlet görevlerinden hukuk dışı yöntemlerle tasfiye edeceksiniz. Kamu görevlilerini tafsiyede hızınızı alamayıp, sade vatandaşı da, kamusal alan safsataları ile devlet kurumlarına yaklaştırmayacaksınız. Sonra da, bu işlemleri yapanları tenkit edenleri, Silahlı Kuvvetleri yıpratmak isteyen kötü niyetliler olarak vasıflandıracaksınız.

  • Mütedeyyin kelimesinin sözlük anlamı ?Dindar, Din ile vazifeli. Sağlam müslüman, dine muhalefetten sakınan, dinine sadık.? , Dindar kelimesinin sözlük anlamı da ?Din kaidelarine hakkıyla riayet eden, dininin emrini yerine getiren.? dir.

    Peki Silahlı Kuvvetlerden, her toplantısında YAŞ Kararı ile re'sen emekli ettiğiniz ve miktarı 1650'yi bulan subay ve astsubayların mütedeyyin olmaktan başka ne suçu vardı?

  • Destek vermenizden güç bulan Üniversitelerin kapılarını kapattıkları genç kızlarımızın ?dininin emrini yerine getirmek?ten başka ne kabahati vardı?

  • Askerlikte bireysel değerler açısından dinin de bir etken, şehitlik ve gaziliğin kutsal bir mertebe olduğunu kabul ediyorsunuz da; profesyonel ve yükümlülere şehitlik ve gaziliğin dini gereklerini öğretip eğitecek tedbirleri, askeri okul, eğitim müessesi ve kışlalarda neden aldırmıyorsunuz?

  • Silahlı Kuvvetlerin hiçbir dönemde dine karşı olmadığını; ibadet, dinî ayin ve törenlerle ilgili hürriyetlerin tahdit edildiğini ileri süren iddiaları da anlamak mümkün olmadığını söylüyorsunuz da; Askeri Okullara alacağınız gençlerin aile fotoğraflarını neden istiyorsunuz? Dinin gereği olan örtünmeye neden bu kadar karşısınız?

  • 28 Şubat Kararı ile dini eğitime getirilen kısıtlamaların, neden hala arkasında duruyorsunuz?

  • İslâmî cemaatleri Mason teşkilatları mı sandınız ki, girmesi ve çıkması zor kapalı bir kutuya benzetiyorsunuz? Cemaatler, toplumun dini ihtiyacından ortaya çıkmış, milletin inanç dinamik ve mihverini oluşturan, her insana açık, devletine ve rejimine bağlı, devlet tarafından serbest bırakıldıkları oranda sivil toplum örgütü niteliğini muhafaza eden, hamiyetli insanların yardım ve bağışları ile yürütülen, milletimizin gerçek dayanaklarıdır. Mensuplarını bilgisiz ve bağnaz olarak kabul etmek de doğru değildir. Meşruiyet dışına çıkanlar ise zaten yargıya bir şekilde yakasını kaptırırlar. Devletin onlardan korkması abesle iştigal olmaz mı?

Bu soruları uzatabilirim. Amacım, sorular sorup, ortamı gerip bırakmak değil. Niyetim halis. Milletimiz ile ordumuzun arasını bulmak istiyorum. Milletimizin Komutanlarımızdan isteğinin neler olduğunu söylemeden yazımı bitirmek istemiyorum.

Sayın Genelkurmay Başkanım, gerçekten milletin güvenini kazanmak istiyorsanız;

  • Milletin örtüsüne, pırtısına, dinine diyanetine karışmayın. Elinizden geliyorsa daha dindar olmaları için yardım edin. Bırakın, dini şahsi amaçları için kullananlar çıkarsa, bu davranışları da yasalarda suç ise, bağımsız mahkemeler onların haklarından gelsin.

  • Silahlı Kuvvetlerden çıkarılmayı gerektiren, yasada yazılı bir suç işlemiş olanların dışında, dindar oldukları için profesyonel personeli YAŞ Kararları ile re'sen emekli etmekten vazgeçin.

  • Büyük Karagahlarda, Komutanlara din konusunda müşavirlik yapmak üzere, bilim adamı istihdam edin. Karargah, kurum ve kışlalarda din subayları kadrolarını işler hale getirin.

  • Askerî eğitim müesseselerinde, subay-astsubay adayı gençlerin hem dinlerini öğrenmeleri hem de ibadetlerini yapmaları için imkanlar hazırlatın.

  • Bırakın askerî okullara dindar ailelerin çocukları da girsin.

  • Milletin Meclisi, siyasi partileri, yargısı, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşları, insanların aklı-fikri var. İnsanlar ile Rabları arasına girmek, dini ile, diyaneti ile uğraşmak Silahlı Kuvvetlere mi düştü. Siz Ülkemizin dış tehlikelere karşı savunmasına hazırlanın. Vaki olacak savaşlarda şehitliği göze alacak askerler yetiştirin.

Bunlar uygulansa, Milletimiz Ordumuzu ve ona komuta edenleri başına taç eder. Devletimiz bölgesinde ve dünyada lider devletlerle boy ölçüşür.

Söylemesi bizden, yapması ordumuzun yiğit komutanlarındandır. 17 Nisan 2009

Adnan Tanrıverdi

Emekli Tuğgeneral

ASDER Gnl. Bşk.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn